Popüler Yayınlar

23 Aralık 2011 Cuma

Mutluluk Masalı

Elinde kırba, belinde heybe… İnce mi ince... Tek gözlü, tekerlek yüzlü bir garip âdemoğlu… İşi gücü, şehir şehir bütün diyarları gezmek... Vardığı her yerde masallar, hikâyeler anlatıp karnını doyuracak akçeyi çıkarmak... Adam dedikse hani öyle bildik adamlardan değil. Kel, köse bodur, paytak, koca kafalı, kepçe kulak... Bir acûbe-i hilkat! Ama yüreğinde öyle bir endam varmış ki, kalp gözüyle görebilen haşmetine hayran kalırmış. Anlattığı her bir kıssanın sonunda ruhundaki bu güzellikten hisse bırakırmış. Tabii nasiplilere.

Seyyahın adı Ali… Kel Ali, Topal Ali, Kör Ali Kabak Ali… On bir isimle müsemma, koca karının gülü garip Ali. Anası, babası ufakken pek insan içine çıkartmamışlar bunu. Zaten mahallenin haylaz çocukları da her gün ayrı bir kusurunu yüzüne vurup gözyaşları içinde eve yollarlarmış. O da kızgınlığından avluya bile çıkmaz, evde saatlerce kitap okurmuş. Büyümüş, serpilmiş bir gün anasının karşınına dikilip “Ana beni ever!” demiş. Koca karı şaşkınlığından elindeki testiyi yere düşürmüş. Üzülmüş, diyecek söz bulamamış. “Nasip oğul, Allah’ın nasip edeceğini kul hesap edemez.” demekle yetinmiş. Ama buruşuk yanaklarından süzülen damlaları da gizleyememiş. 

O günden sonra köyde üç beş kapı dolaşmışlar. Kimi alay etmiş, kimi kapıyı yüzlerine çarpmış. En insaflısı olan imamın kızı bile edebinden hiç konuşmamış ama anasının eline bir ayna tutuşturup Ali’ye yollamaktan da geri kalmamış. Ali üzülmüş, gücenmiş, köyde dedikodular da almış başını yürümüş. Bir gece teheccüt vakti, olanca ekmek kurusunu heybesine tıkıp, babasının ihtiyar huysuz katırını da aldığı gibi yollara düşmüş. Ondan sonra, ne bir daha köyüne uğramış ne de haber yollamış. Olan, Ali’nin garip anasına olmuş. Aylarca pencere camlarında çamurlu yolları gözlemiş.

Ali yıllarca bir şehirden ötekine, bir ülkeden beridekine dolaşıp durmuş. Gittiği her diyarda yeni şeyler öğrenip meselcilikte iyice usta olmuş. Günlerden bir gün büyük şehirlerden birinde, kendini telaşlı bir kargaşanın tam ortasında buluvermiş. Aksakallı, koca kavuklu adamlar, ellerinde kalın kitaplar, süslü hediyeler bulunduğu hâlde şehrin en büyük binasına doğru koşturuyorlarmış. Meraklanmış. Sormuş, soruşturmuş. O binanın şehzade köşkü olduğunu öğrenmiş. Bu şehirde her perşembe şehzadenin mutluluk günü ilan edilirmiş. Pay-i tahttaki koca sultan, tahtın tek varisi olan şehzadenin keyfini temin için, onu mutlu edenlere hazinesinin kapılarını açar, o da onları mutlu edermiş. 

Fakat her şeyin kötüsüne bakmayı, kötü tarafını görmeyi âdet edinen, karamsar, tatminsiz ve hırçın şehzadeyi mutlu etmek, giderek daha da zor oluyormuş. Aşçılar her defasında daha lezzetli yemekler yapmak, terziler daha iyisini dikmek, soytarılar hiç denenmemiş numaralar bulmak zorunda kalıyormuş. Hele hikâyecilerin, masalcıların işleri... Onlarınki hepsinden zormuş. Küçüklüğünde hikâye dinlemeyi çok seven şehzade, büyüdüğünde o eski hikâyelerin tadını arar olmuş. Eğer hikâyeyi basit bulup başından sonunu tahmin eder ya da hikâye onun istediği gibi bitmezse, adamları bacaklarından bağlatıp köprüden aşağıya sarkıtır, bir gece böylece bekletirmiş. 

Ali, meydanın bir köşesine postunu serip çevresine topladığı birkaç çocuğa renkli masalları anlatmaya başlamış. Çocukların heyecan ve neşesi etraftaki büyüklerin de ilgisini çekmiş. Kâh tek gözlü dev oluyormuş, kâh devi öldüren keloğlan. Hikâyenin en heyecanlı yerinde aniden kesip, “Akça verin; gökçe diyem!” demesiyle postun üstüne üç beş de bozukluk atılıvermiş. Masalı güzelce bitirip, doğruca aşhanenin yolunu tutmuş. Tam yemeğin ortasındayken iki tane muhafız şanğır şungur zırhlar içinde başına dikilmişler. “Şehzade seni istedi, ona masal anlatacaksın!” demişler. Bari yemeğim bitsin demiş, dinletememiş. İki koluna girdikleri gibi bizimkini sürüye sürüye köşke götürmüşler. Meğer o gün köşke hiç masalcı gitmemiş, şehzade de onu camdan görünce, “Tez getirin de maharetini görelim!” demiş. Şehzade muhafızların kollarının arasında yarım yamalak bir adam görünce hayâl kırıklığına uğramış. “Bunun kendine hayrı yok, bırakın gitsin.” demiş. Bu söz, Ali’nin ağırına gitmiş. “Belki güzel bir adam sayılmam ama masalcılıkta da üstüme tanımam!” diye çıkışmış. “Hem masal anlatmakla da kalmam. Sana mutluluk dersi de veririm.” demiş.
- İyi öyleyse başla da görelim.
- Yok, öyle kolay değil, şartlarım var.
- Neymiş şartların?
- Sana masal arasında soru soracağım eğer bilirsen devam ederim, yok bilemezsen benim istediğim bir şeyi yapacaksın. Öyle devam ederim. İsteğim yerine gelmezse de şu kapıdan serbestçe giderim.

- Şehzade, Ali’nin isteğini kabul etmiş. Ali de masalını ağır ağır anlatmaya başlamış. Aradan zaman geçmiş. Masal öyle heyecanlanmış ki şehzade hayretinden dudaklarını dişliyormuş. Çocukluğunda bile böyle heyecanlı masal dinlememişmiş. Ali tam heyecanın ortasında masalı kesmiş. Şehzade öfkeyle bağırmış:

- Niye durdun devam etsene!
Ali, “Sorum var.” demiş ve şehzadeye: “En rahat döşek hangisidir?” Şehzade duraklamış, böyle basit bir soru beklemiyormuş. Gülerek, “Kuş tüyü döşek!” diye cevaplamış. Ali, “Bilemedin.” demiş. “En rahat döşek, yorgunken yattığın döşektir.” ve devam etmiş, “Bu gece hasırda yatacaksın, yoksa anlatmam.” Şehzade bu isteği kabul etmiş, o da anlatmaya devam etmiş. Akşam namazından sonra anlatmayı ikinci defa kesmiş ve sormuş:

- En güzel yemek hangisidir?
Şehzade bildiği tüm saray yemeklerini tek tek saymış ama cevabı bilememiş. Ali, “Açken yediğin yemektir.” demiş ve bilemediği için isteğini söylemiş: “Yarın sahursuz oruç tutacaksın, iftarda da sana yalnızca katıksız ekmekle su verilecek.”. Şehzade bunu da kabul etmiş. “Yeter ki masala devam et.” diyormuş.

İlerleyen saatlerde masal da devam ediyormuş sorular da:
- En güzel içecek?
- Susuzken içtiğin…
- En güzel giyecek?
- Çıplakken giydiğin…
- En iyi dost?
- Dostsuz gününde yanında olan…

Bilemediği her bir soruda Ali’nin şehzadeden huzur bozacak yeni istekleri oluyormuş. O da yeter ki masal devam etsin, ben sonra intikamımı alırım diyerek bunları sineye çekiyormuş. Masal ne bitiyormuş ne de heyecanından bir şey eksiliyormuş. Ali’nin istekleri de giderek ağırlaşmaya başlamış. Artık kuyudan suyu o getirecek, odunları o taşıyacak çıplak ayak dolaşıp banyosunu soğuk suyla yapacakmış. Hizmetçilerin de hepsini izne göndermiş. Bundan böyle her işi kendi yapacakmış. İkinci günün akşamı, verdiği sözlerin zahmeti kendini hissettirir olmuş. İyice keyfi kaçmış ama masal da en tatlı yerine gelmiş. Tam düğüm noktasında Ali masalı bir daha kesip “Mutlu insan kimdir?”diye sormuş. Şehzade sinirlenmiş. “Eğer ben bunu biliyor olsaydım zaten mutlu olurdum. Ne biçim soru bu?” diye çıkışmış. Ali anlatmayı durdurmuş “Cevap vereceksen ver, yoksa isteğimi söyleyeceğim.” demiş.

- Bilemedim haydi sen söyle.
- En mutlu insan, yitiğini bulan insandır.
- Peki, isteğin nedir?
- Masal bitene kadar şehzade ben olacağım, sonra istersen beni kes. 
- Bre adam sen delirdin mi, bu ne demektir?
- Madem öyle, senin masal dinlemeye gönlün yok. Sal beni de gideyim.
- Masal bitene kadar ama değil mi?
- Evet, bitene kadar…

Şehrin kadısını çağırmışlar, huzurunda bir ahitnâme imzalamışlar. Masal bitene kadar sancağın şehzadesi Ali olmuş. Ahitnâmenin ardından şehzade sancak mührünü Ali’ye teslim etmiş. Etmiş ama şehzadenin asıl çileli günleri bundan sonra başlamış. Günler geçmiş, haftalar geçmiş ama masal bir türlü bitmiyormuş. Bitmediği yetmezmiş gibi hem köşkün işlerini yapıyor hem de Ali’ye hizmet ediyormuş. Şehzade perişan olmuş, açlıktan, yorgunluktan bitap düşmüş. Bu masal ne zaman bitecek diye düşünürken Ali bir akşam yemeğinde şehzadeyi yanına çağırıp ona kızarmış tavuk ikram etmiş. Sonra “Güzel miydi?” diye sormuş. Şehzade, “Hayatımda yediğim en lezzetli yemekti.” demiş. Ardından tekrar döşeğini, elbiselerini, mallarını bir bir geri vermiş. Hizmetçileri de geri çağırmış. Her defasında öyle mutlu oluyormuş ki âdeta dünyanın en mutlu insanı benim diye sokaklarda koşası geliyormuş. Sıra gelmiş şehzadeye sancak mührünü geri vermeye. Şehzade mührü geri alınca öyle rahatlamış, öyle mutlu olmuş ki ömründe böyle ferahlık duymamış. Zaten olanlar babasının kulağına gidecek diye de günlerdir titrer dururmuş.

Ali, Şehzadeye, “Nasıl Şehzadem mutlu oldunuz mu?” diye sormuş. Şehzade çok mutluymuş ama neden daha önce bu mutluluğu hissedemediğini merak etmiş. Ali’ye sormuş. Ali de, “Şehzadem dünyada her şey zıddıyla bilinir. Aç olmayan tokluğun, hasta olmayan sıhhatin lezzetinden mahrum kalır. Siz mutluluğu tatmak istediniz ama gerçek mutsuzluğu hiç tatmadığınızdan mutluluğu hissedemediniz. Önce sizi mutsuz etmek gerekiyordu. Şu Kadir Mevlamın işine bakın ki zıtları birbirinin içinde gizlemiş.” demiş. 

Bu sözün ardından masalı bitirip gitmesi gerekiyormuş ama öyle yapmamış. Masal bitti demiş sonra kapıya yönelmiş. Masalın sonunda kahramanın evlenip mutlu bir yuva kurması bekleniyormuş ama tamamlamamış. Şehzade ısrar edince gerçek meydana çıkmış. Aslında Ali’nin çok da masal bildiği yokmuş. Köyden tanıdıkların kimine peri, kimine cadı deyip kendi hayatını masal kılığına sokuyormuş. Kahramanı da hep kendisi oluyormuş. Evlenemeyen kahraman da kendisiymiş. Şehzade, Ali’nin derdini anlamış, çevre köylere tellal gönderip, Ali’yle evlenip onu mutlu edecek geline eşi benzeri görülmemiş elmas takılı bir gerdanlık vereceğini ilan ettirmiş. Ama gelin Ali’yi nasıl mutlu edeceğini önce şehzadeye anlatmalıymış. İmamın kızı da dahil pek çok kişi gerdanlık hevesiyle sıraya girmişler. Ama şehzadenin gözü hiçbirini tutmamış. Ta ki kocasından boşanmış, üç çocuklu, dul bir kadın gelene kadar… Ali’ye bu kadını layık görmüş. Fakat Ali seçimden memnun olmayarak, neden bu adayı seçtiğini sitemkâr bir ifadeyle sormuş. Haftalardır mutluluğun dersini alan şehzadenin cevabı güzelmiş:

- Diğerlerinin hepsi gerdanlık hevesi geçince neden daha iyi bir kocaya varmadım diye pişman olup senin kıymetini bilemeyeceklerdi ama bu dul kadın, kötü koca ne demek iyi bildiği için senin gibi iyi yürekli ve akıllı bir adamı başının üzerinde taşır, demiş. 

Şehzade Ali’ye şaşalı bir düğün tertiplemiş. Bir sürü de hediye vermiş. Sultan olunca da onu sarayına getirtip kendine akıl hocası yapmış. Bu adam neci diye soranlara da: “O benim dostsuz günümde bana dost olandı” dermiş.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder