Popüler Yayınlar

12 Ekim 2012 Cuma

Hadîs-i Şerîflerde Dil Ahlâkı

Dil hayırda kullanılırsa, insanı kaldıran, yükselten, âlâ-yı illîyîn-i kemâlâta çıkaran bir uzuvdur; şerde istimal edilirse de, onu batıran, alçaltan ve esfel-i sâfilîne düşüren bir organdır.

Hadîslerde "ahlâk"ın yeri ve önemi
Hadîslerde "dil ahlâkı" konusuna girmeden önce kısaca hadîslerde "ahlâk"ın yeri ve önemine temasta fayda mülâhaza ediyoruz.

Ahlâk, insanın tavır, davranış ve hareketlerine yön vermesi açısından büyük bir ehemmiyete sahiptir. İnsanın dışa yansıyan fiilleri, kendi ahlâkî yapısı ve anlayışına uygun olarak ortaya çıkar. Gazzâlî'nin de dediği gibi, kalbde yer eden her meziyet, azalar vasıtasıyla kendini gösterir, diğer bir ifadeyle kişinin hareketleri, mutlak surette kalbde yerleşik olan ahlâka uygun olarak cereyan eder.1

Ahlâk, İslâm dininin önemle üzerinde durduğu bir konudur. Allah Teâlâ'nın, Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yüce bir ahlâk üzere olduğunu (Kalem Sûresi, 68/4) beyan etmesi ve Resûlullah'ın da (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinin ahlâkî güzellikleri tamamlamak üzere gönderildiğini2 bildirmesi, İslâm'ın ahlâka ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Bu sebeple "güzel ahlâk üzere olmak", Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem), dualarında devamlı surette istediği hususlardandı.

Bu dualardan bazıları şöyledir:
(Hz. Ali'nin naklettiğine göre Resûlullah, namaz kılacağı vakit şöyle dua ederdi:) اَللَّهُمَّ أَنْتَ الْمَلِكُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ وَاهْدِنِي لِأَحْسَنِ الْأَخْلاَقِ لاَ يَهْديِ لِأَحْسَنِهاَ إِلاَّ أَنْتَ وَاصْرِفْ عَنِّي سَيِّئَهاَ لَا يَصْرِفُ عَنّيِ سَيِّئَهاَ إِلاَّ أَنْتَ "Allah'ım! Melik ancak Sen'sin! Sen'den başka hiçbir ilâh yoktur. Allah'ım, beni güzel ahlâka ulaştır, ona ancak Sen ulaştırabilirsin. Allah'ım, beni kötü ahlâktan uzaklaştır, ondan ancak Sen uzaklaştırabilirsin."3; اَللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الصِّحَّةَ وَالْعِفَّةَ وَالْأَماَنَةَ وَحُسْنَ الْخُلُقِ وَالرِّضاَ بِالْقَدَرِ "Allah'ım, sıhhat, iffet, emanet, güzel ahlâk ve kadere rıza istiyorum"4; اَللَّهُمَّ اغْفِرْ خَطاَياَيَ وَذُنُوبِي كُلَّهاَ اَللَّهُمَّ وَأَنْعِشْنِي وَاجْبُرْنِي وَاهْدِنِي بِصاَلِحِ الْأَعْماَلِ وَالْأَخْلاَقِ لاَ يَهْدِي لِصاَلِحِهاَ وَلاَ يَصْرِفُ سَيَّئَهاَ إِلاَّ أَنْتَ "Allah'ım! Günah ve hatalarımın tamamını bağışla. Allah'ım! (sürçtüğüm zaman) beni ayağa kaldır ve yükselt; Allah'ım, beni müstağni kıl, musibetlerin benden alıp götürdüklerini geri ver veya daha güzel bir bedelle mukabelede bulun ve yaralarımı sar; beni amellerin ve ahlâkın en iyi olanına ulaştır. Onun en iyisine ulaştıracak ve onun en kötüsünden uzaklaştıracak olan ancak Sen'sin!"5; اَللَّهُمَّ أَحْسَنْتَ خَلْقِي فَأَحْسِنْ خُلُقِي "Allah'ım, yaratılışımı (suretimi) güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzel yap."6

Hz. Ebû'd-Derdâ (r.a.) da bir gece sabaha kadar "Allahım, yaratılışımı (suretimi) güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzel yap." diye dua etmiş; kendisine, gece boyunca niçin sadece güzel ahlâk üzere olmayı istediği sorulunca o: "Allah'ın Müslüman kulu, ahlâkını güzelleştire güzelleştire sonunda güzel ahlâkı, onun Cennet'e girmesine vesile olur; ahlâkını çirkinleştire çirkinleştire de kötü ahlâkı onu Cehennem'e sokar" diye karşılık vermiştir.7

Bir adam, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek "İslâm nedir?" diye sormuş. Resûlullah da "Güzel ahlâk!" diye cevap vermiştir. Adam, daha fazla veya farklı bir bilgi edinmek maksadıyla olsa gerek aynı soruyu dört defa daha sormuş; fakat her seferinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) aynı cevabı vermiştir.8 Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ısrarla aynı cevabı vermesi, dinin güzel ahlâka ne kadar çok önem verdiğini göstermektedir. Yine Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) İslâm'ı "güzel ahlâk" olarak tarif etmesi, güzel ahlâkın dinin olmazsa olmaz bir yanı olduğunu ve dinin ancak onunla kıvamını bulacağını ifade etmektedir.9

Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), teşvik edici beyanlarıyla mü'minlerin daima güzel ahlâk üzere olmalarını tavsiye etmiş; ahlâkı güzel olanın hayırlı insan olduğunu,10 mizanda ameller tartılırken iyi ahlâktan daha ağır bir amelin bulunmadığını,11 mükemmel imanın güzel ahlâklı olmakla sağlanabileceğini,12 bir mü'minin, güzel ahlâkıyla gündüzleri (nafile) oruç tutan, geceleri de (nafile) ibadetle ihya eden kimsenin ulaştığı dereceye ulaşacağını,13 kıyamet günü kendisine en yakın kimselerin, ahlâkı en güzel kimseler olduğunu,14 insanların Cennet'e girmelerine en çok vesile olan amellerin takva ve güzel ahlâk olduğunu15 beyan etmiştir. Yine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Sizin en hayırlınız, ahlâkı en güzel olanınızdır."16 ve "İçinizden en çok sevdiklerim, ahlâkı en güzel olanlarınızdır."17 buyurarak güzel ahlâk üzere bulunmayı övmüştür.

Hadîslerde "dil ahlâkı"nın yeri ve önemi
Şüphesiz ahlâkî davranışların sergilenmesinde organlar içinde "dil"in çok farklı bir yeri vardır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) "dil"in ahlâkî açıdan kötülüklerden uzak tutulması ve hayırlara yönlendirilmesi için onun üzerinde ayrıca durmuş ve bu hususta pek çok ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur.

Dil, Allah'ın insanoğluna lütfettiği en büyük nimet ve ona nakşettiği en ince sanatlardan biri olmakla beraber yerinde kullanılmadığı takdirde potansiyel bir nikmete (azaba) dönüşme özelliğine de sahiptir. Dil, yerine göre bir rahmet, yerine göre de bir belâ ve musibettir. Dil, vücutta küçük bir organ olmasına rağmen yaptığı ve sebep olduğu işler itibariyle büyük bir tesire sahiptir. Dil, -Yeni Ahid'de de (Yakub'un Mektubu 3:4-12) belirtildiği gibi- bir gemiyi yöneten dümen, bir ormanı yakacak küçük bir kıvılcım gibidir. Dil, vücutta küçük bir organdır; fakat vücudu yönetecek güce sahiptir.

Dil, ilmin şamil olduğu her şeyi ifade eder. Bu açıdan dilin göz, kulak gibi organlara nispetle ilgi, kullanım ve etki alanı daha geniştir.18 Organlar içinde isyan etmeye en yakın olanı ve isyana en kolay yöneleni dildir. Çünkü o, kolaylıkla istediği tarafa gidebilir. Ayrıca dil, şeytanın insanı aldatmada kullandığı en büyük aletlerinden biridir.

Bir kimsenin küfür veya şahadeti ancak dilindeki ifadesinden anlaşılır. İman ve inkârın ifadesinden başka bunlara bağlı pek çok hususun dile getirilmesi de "dil" vasıtasıyla mümkündür. Tesbihler, tahmidler, tekbirler, zikirler, tevbeler, dinin i'lâsı yolunda yapılan irşadlar, tebliğler, dinin temellerini oluşturan ve günde beş defa mânevî arınma sağlayan ezân-ı Muhammedî... hepsi dil vasıtasıyla olmaktadır. Öte yandan insanın ebedî helâkini hazırlayan küfür ve küfran sözleri, Allah'a ve Resûlü'ne sövgüler, içtimâî hayatı zehirleyen yalan, iftira, gıybet, koğuculuk, alay, övünme, cedel yapma19 da dil yoluyla gerçekleşmektedir.

Ahlâkî davranışlar açısından da "dil"in diğer uzuvlar içerisinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Dil diğer organlara nispetle daha büyük, derin, tesirli ve kalıcı fonksiyonlara sahiptir. Fonksiyonları büyük olan "dil"in sorumluluğu da o nispette büyüktür. "Dil"den sâdır olan her şey, insanın lehinde veya aleyhinde neticeler doğurur. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ahlâkî davranışlar içerisindeki yeri ve önemi büyük olan dil konusunda pek çok ikaz ve tavsiyede bulunmuştur. Bir hadîste O (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsan sabahlayınca bütün organlar, dile yalvararak şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah'tan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz."20 buyurmuştur. Resûlullah, kendisine "Benim için en çok korkulacak şey nedir?" diye soran Süfyân b. Abdullah'a (r.a.) mübarek dilini göstererek "İşte budur!" cevabını vermiştir.21 

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), insanın "dil"ini doğru kullandığı takdirde Cennet'i (ebedî saadet) kazanabileceği, aksi durumda ise Cehennem'e gireceğini bildirmektedir. Muaz b. Cebel (r.a.) bir keresinde Resûlullah'tan "Cennete girmeye vesile olacak, Cehennem'den de uzaklaştıracak bir amel" söylemesini istedi. Resûlullah da (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "(Nefislerin yapmakta zorlanacağı) çok büyük bir şey istiyorsun. Ama bu mesele, Allah'ın kolaylaştırdığı kimseler için pek kolaydır. Şöyle ki, kulluğu sadece Allah'a yapar, O'na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı ikâme eder, zekâtı verir, Ramazan orucunu tutar, haccedersin." Sonra Resûlullah şöyle devam etti: "Sana hayır yollarını göstereceğim: Oruç, kalkandır; sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları siler süpürür; (hayır yollarından biri olan) kişinin gece kıldığı namaz da yine hataları siler süpürür." Sonra Resûlullah "Onlar yataklarından geceleri kalkarak korku ve ümit içerisinde Rablerine yalvaranlardır..." (Secde sûresi, 32/16-17) âyetlerini okudu ve şöyle buyurdu: "Size bütün işlerin başını, direğini ve en üst noktasını bildireyim mi?" Muaz: "Evet, ey Allah'ın Rasûlü!" dedi. O da (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her işin başı İslâm, direği namaz, zirvesi ve üst noktası da cihâddır." Sonra şöyle devam etti: "Sana bütün bunların kendisine bağlı olduğu esası (temel, candamar) bildireyim mi?" dedi. Muaz: "Evet, bildir yâ Resûlallah!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah dilini tuttu ve "Şunu koru!" buyurdu. Muaz "Yâ Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?" dedi. Resûlullah da: "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü Cehennem'e sürükleyen, ancak (küfür, iftira, bühtan, sövme, gıybet, koğuculuk gibi) dillerinin ürettikleridir!" buyurdu.22 

Resûlullah'ın "dil"i, dinin zirvesi saydığı iman ve İslâm esaslarının candamarı olarak belirtmesi, İslâm dininin "dil"e atfettiği değer ve önemi göstermesi bakımından mânidardır. Sadece bu hadîs bile "dil"in, insan ve din nezdindeki yerini, tesirini ve fonksiyonunu belirtmek için tek başına yeterlidir.

Resûl-i Ekrem'e (sallallahu aleyhi ve sellem), bir kadının geceleri ibadet ederek gündüzleri de oruç tutarak geçirdiği, fakat kötü bir ahlâka sahip olduğu ve komşularına diliyle eziyet verdiği anlatıldı. Bunun üzerine Resûlullah "O kadında (yaptığı amellerde) hayır yoktur, o kadın Cehennemliktir." buyurdu. Bu sefer, beş vakit farz namazını kılan, Ramazan orucunu tutan, elindeki tek sahip olduğu (ekmek veya peynir gibi) yiyeceklerden küçük parçalar hâlinde başkasına tasaddukta bulunan ve hiçbir kimseye zarar vermeyen bir başka kadından bahsedildi. Bu kez Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "O kadın Cennetliktir." buyurdu.23 

Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) burada verdiği cevaplar göstermektedir ki, kişi güzel ahlâk üzere olmadıkça yaptığı ibadetlerin kendisine bir faydası yoktur ve güzel ahlâk sahibi olmadan kurtuluşa eremez. Öte taraftan dinin asgarî emirlerini yerine getirip güzel ahlâka sahip olan kimse de kurtuluşa ermiştir. Dilin ne kadar önemli olduğuna bu hadîste açıkça işaret edilmektedir. Öyle ki, kişinin ibadetlerinin kabulü, ahlâkının güzelliğine bağlanmıştır. Hadîsten anlaşıldığına göre tavır ve davranışlara güzel ahlâk olarak yansımayan ibadetlerin kişiye bir faydası olmamaktadır. Bu hususu teyit eden bir başka hadîste Resûlullah: "Kişinin kalbi istikamet üzere olmadıkça dini istikamet üzere olmaz. Kişinin dili istikamet üzere olmadıkça da kalbi istikamet üzere olmaz. Komşusu şerrinden emin olmayan kimse de Cennet'e giremez."24 buyurmuştur. Resûlullah, dinin kemâlini âdeta dilin selâmetine yani kötülüklerden uzak durup hayır üzere olmaya bağlamıştır.

Bir defasında Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem), eşi Ümmü Seleme'nin (r.anhâ) odasının önünde bir kavga sesi duydu. Kavga yapanların yanına giderek şöyle dedi: "Şüphesiz ben de sizin gibi bir insanım. Zaman olur ki, bana sizden iki hasım gelir de, biri haksız olduğu hâlde diğerinden daha düzgün konuşmuş olabilir! Ben de o düzgün sözleri doğru sanarak onun lehine hükmedebilirim. Binaenaleyh kimin lehine bir Müslüman'ın hakkına hükmettiysem, bilsin ki bu hak, ateşten bir parçadır; ister onu alsın, ister bıraksın."25 

Bu hadîs, beyan gücünü kullanarak haksızlık yapmanın vahametini ortaya koymaktadır. Günümüzde bilhassa gazete, televizyon ve internet yoluyla yalan, uydurma ve çarpıtma haberlerle insanların şeref ve haysiyetleri çiğnenmekte, bunun yanında maddî kayıplar da söz konusu olmaktadır. Zamanımızda sıkça meydana gelen bu tür hâdiseler, âdeta Resûlullah'ın bu konudaki sözünü tasdik etmektedir.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kimseyi gerçek Müslüman (kâmil)26 saymakta27, dil ve el ile Müslümanlara zarar vermeme hasletinin de İslâm'da en büyük fazilet olduğunu bildirmektedir.28 Bu hadîslerde dil ve elin zikredilmesi, insanlara en çok bunlarla zarar verilmesinden ileri gelmektedir. Dilin önce zikredilmesi de, ele nispetle dil ile verilen zararın daha büyük olduğuna dikkat çekmek içindir.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Âdemoğlunun hatalarının çoğunun dilden kaynaklandığını29 belirterek insanları dilin âfetlerine karşı uyarmıştır. Bir defasında Resûlullah'a, insanlara en çok cenneti kazandıran amelin hangisi olduğu soruldu. O, "İyi ahlâktır." buyurdu. Bu sefer, insanların, en çok Cehennem'e girmelerine sebep olan amel soruldu. O, "Ağız (dil) ve apış arasıdır." buyurdu.30

Resûlullah, kendisine tavsiyede bulunmasını isteyen bir kimseye, bütün hayırları içinde toplayan "Allah'a karşı takvâ" üzere bulunmayı öğütlemiş ardından da "Dilini sadece hayırda kullan, ancak bu şekilde şeytana galebe çalabilirsin!" buyurmuştur. Görüldüğü gibi dil, insanı hayırlara götüren önemli bir yol ve onu korumak da şeytana galip gelmenin mühim esaslarından biridir. Resûlullah, kurtuluşun hangi yolla mümkün olduğunu soran Ukbe b. Âmir'e de "Dilini (hayır getirmeyen ve aleyhinde olacak sözlerden) tut..."31 tavsiyesinde bulunmuştur.

Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadîste "Bir kul, Allah'ın hoşnut olduğu kelimelerden bir kelimeyi söylediği sözün neticede ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar büyük bir etkiye sahip bulunduğunu bilemeden söyler.32 Söyler de Allah o kimseyi bu kelime sebebiyle birçok derecelere yükseltir. Bir kul da Allah'ı öfkelendirecek kelimelerden Allah'ın gazabını celbedecek bir kelimeyi, hiç ehemmiyet vermeden (umursamadan) söyler de, kendisi o kelime sebebiyle Cehennem'in içine düşer!"33 buyurmuştur. Dilin, insanın Cennet'e veya Cehennem'e girmesindeki bu etkin fonksiyonundan dolayı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim iki çene kemiği arasındaki dilini ve iki budu arasında bulunan organını (şerden korumayı) bana garanti ederse, ben de ona Cennet'i garanti ederim!"34 buyurmuştur.

Çok yeme ve çok uyuma gibi çok konuşma da kemale giden yolda insanın önündeki en büyük engellerden biridir. Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunun ve mutlak gerekliliğin gözetilmediği konuşmalar şüphesiz kişi hakkında sorumluluğu gerektirir. Zîrâ "Ağzından çıkan hiçbir söz yoktur ki, onun yanında hazır bulunan gözcüler (o ifadeleri) kaydetmiş olmasınlar." (Kâf sûresi, 50/18) mealindeki âyet-i kerîme, ağızdan çıkan her sözde temkinli olmayı ve Allah Teâlâ'nın hoşlanmayacağı konuşmalardan uzak durmanın gerekliliğini beyan etmektedir.

Burada zikrettiğimiz hadîslerde de görüldüğü gibi "dil", insanın dünya ve ahiretteki durumunu belirlemede önemli bir konumda bulunmaktadır. Dilin tehlikelerinden korunmak ve onunla hayırlara ulaşmak için mü'minler az ve öz konuşmaya, laubaliliklere girmemeye dikkat etmeli; eğer konuşacaksa sevap ve hayır getirecek ve Allah'ı hoşnut edecek mevzuları konuşmalı, değilse bu konuda beyan erbabına sözü bırakmalı, onların konuşmasına zemin hazırlamalı ve her zaman Resûlullah'ın yukarıdaki ikaz ve tavsiyeleriyle birlikte "Allah'a ve ahiret gününe iman eden ya hayır konuşsun ya da sussun."35 ve "Allah'ın zikri dışında kelâmı çok yapmayın. Zîrâ Allah'ın zikri dışında çok kelâm kalbe kasvet verir. Allah'a en uzak kimseler, kalbi katı olanlardır."36 sözlerini de kulağa küpe yapmalıdır. Şunu unutmamak gerekir ki, dili kötülüklere karşı dizginlemenin yegâne yolu, bu konudaki dinî emirlere uymaktır.

Beyanın gücü her zaman olduğu gibi günümüzde de önemini korumaktadır. Hattâ denilebilir ki, beyanın önemi günümüzde daha çok artmıştır. İster hayır ister şer adına pek çok mesele beyan yoluyla halledilir olmuştur. Diğer yandan kendini ifade etme ve mesaj iletme-alma ameliyesi olan iletişim "dil"den başka beden, yazı, elektronik cihazlar gibi daha pek çok yolla gerçekleşir. Onun için mesaj iletme bakımından beden dili, resim, işaret, canlı görüntü ve günümüzde kitle iletişimi sağlayan gazete, dergi, radyo, televizyon ve internet gibi araçlar da birer dil sayılır. Netice itibariyle, mesaj iletmeyi sağlayan her bir vasıta, "dil"in fonksiyonunu yerine getirmesi bakımından "dil" mesabesinde olduğu için Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) onun hakkında söylediklerinin diğer iletişim vasıtaları için de geçerli olduğu rahatlıkla söylenebilir. Hattâ etkinliği ve yaygınlığı gözönüne alındığında kitle iletişim vasıtalarının, kullanıldığı maksada göre sorumluluğu daha da artmakta, hayır ve şer (sevap ve ikap) olarak -onun sahipleri ve onu işletenlere- getirisi de daha fazla olmaktadır.

*Marmara Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi
ygunes@yeniumit.com.tr


Dipnotlar
1 Gazzâlî, İhyâ, thk. Abdullah el-Hâlidî, Beyrut t.y., III, 77.
2 İmam Mâlik, Hüsnü'l-huluk, 8; Ahmed b. Hanbel, II, 381; Hâkim, el-Müstedrek ala's-Sahîhayn, Kahire 1417/1997, II, 720.
3 Müslim, Müsâfirîn, 201.
4 Nureddin el-Heysemî, Mecmaü'z-zevâid, thk. Abdullah Muhammed ed-Dervîş, Beyrut 1414/1994, X, 274; Ali el-Müttekî, Kenzü'l-ummâl, Beyrut 1405/1985, II, 183, 204, 690.
5 Nureddin el-Heysemî, a.g.e., X, 145-146, 274.
6 Ahmed b. Hanbel, I, 403, VI, 68, 155.
7 Ali el-Müttekî, a.g.e, III, 666.
8 Beyhakî, el-Câmi' li-Şuabi'l-îmân, Riyad 1423/2003, X, 375.
9 Zeydan, Usûlü'd-da've, Beyrut 1430/2009, s. 78.
10 Buhârî, Edeb, 38.
11 Tirmizî, Birr, 62; Ebû Dâvûd, Edeb, 8.
12 Ebû Dâvûd, Sünnet, 14; Ahmed b. Hanbel, II, 250.
13 Tirmizî, Birr, 62; Ebû Dâvûd, Edeb, 7.
14 Tirmizî, Birr, 71; Buhârî, Edebü'l-müfred, Beyrut 1424/2003, s. 91.
15 Tirmizî, Birr, 62.
16 Buhârî, Edeb, 39.
17 Buhârî, Fezâilü's-sahâbe, 27.
18 Gazzâlî, a.g.e., III, 131.
19 İmâm-ı Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn adlı eserinde "dilin âfetleri" dediği bu tür ahlâksızlıkları 20 maddede ele almaktadır.
20 Tirmizî, Zühd, 60.
21 Tirmizî, Zühd, 60; İbn Mâce, Fiten, 12.
22 Tirmizî, İman, 8; İbn Mâce, Fiten, 12.
23 Hâkim, a.g.e., IV, 280; Beyhakî, a.g.e., XII, 94-95.
24 Ahmed b. Hanbel, III, 198.
25 Buhârî, Şehâdât, 27, Mezâlim, 17, Hıyel, 9; Müslim, Akdıye, 4.
26 Bkz. İbn Hacer, Fethü'l-bârî, thk. Abdülkadir Şeybe el-Hamd, Riyad 1421/2001, I, 69; Aynî, Umdetü'l-kârî, Beyrut 1421/2001, I, 217, 218; Nevevî, el-Minhâc, Kahire 1347/1929, II, 10.
27 Buhârî, İman, 3, Rikak, 26; Müslim, İman, 64-66.
28 Buhârî, İman, 4; Müslim, İman, 66.
29 Nureddin el-Heysemî, a.g.e., X, 538; Ali el-Müttekî, a.g.e., III, 549, 556.
30 Tirmizî, Birr, 62; İbn Mâce, Zühd, 29.
31 Tirmizî, Zühd, 60.
32 Nur Sûresi'nde geçen "O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah'ın nazarında pek büyük bir vebaldi! (... و تحسبونه هينا وهو عند الله عظيم)" (Nur sûresi, 24/15) âyetinde de benzer bir durum ifade buyrulmaktadır. Bkz. İbn Hacer, a.g.e., XI, 318.
33 Buhârî, Rikak, 23; Tirmizî, Zühd, 12; İbn Mâce, Fiten, 12.
34 Buhârî, Rikak, 23.
35 Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, İman, 74, 75, 77.
36 Tirmizî, Zühd, 61. 
Yard. Doç. Dr. Yusuf Güneş
http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/hadisi-seriflerde-dil-ahlaki-ekim-2012

Dünya bu sinsi hastalıkla boğuşuyor!


Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ), Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla hazırladığı araştırmada, 350 milyondan fazla kişinin depresyon ya da psikolojik sorunlarla mücadele ettiği ortaya çıktı.

Örgütün Ruh Sağlığı ve Madde Bağımlılığı Bölümü Başkanı Dr. Şekhar Saxena, kadınların depresyona erkeklerden daha meyilli olduğunu belirtti.

Kadınların depresyona girme oranının erkeklerden yüzde 50 fazla olduğunu açıklayan Saxena, kadınlardaki bu yüksek oranın doğum sonrası depresyonla ilgisi olduğuna dikkati çekti.

Saxena, ileri safhalarda kişiyi intihara kadar sürükleyen depresyon nedeniyle her yıl yaklaşık 1 milyondan fazla kişinin yaşamına son verdiğini ve bu kişilerin büyük çoğuluğunun kadın olduğunu vurguladı.

Dünyada intihar edenlerin yarısından fazlasının depresyona yakalandığını belirten Saxena, gelişmiş ülkelerde depresyona girme ihtimalinin de arttığını ifade etti.

DSÖ, içine kapanık kişilerde daha sık rastlanan depresyonun genelde bir hastalık olarak kabul edilmediğini belirterek, genç ve çocuklarda depresyon teşhisi koymanın zor olduğunu vurguladı.


8 Ekim 2012 Pazartesi

Baba da Yeni Doğan Bebeğin Sağlığına Tesir Edebiliyor



Hamilelik sırasında annenin davranışlarının ve içinde yaşadığı çevrenin, bebeğin sağlığına olan tesiri uzun süredir bilinmektedir. 

Altmış farklı mesleğin ve altmış farklı doğum probleminin ele alındığı bir çalışmada, 10.000 defektli, 4.000 defektsiz doğum incelendi. Neticede babaların bazı mesleklerinin doğum defektleri ile beraber olduğu tespit edildi. Meselâ, fotoğrafçı babaların bebeklerinde göz, bahçe mimarı babaların bebeklerinde ise sindirim sistemi problemleri daha fazlaydı. Ancak, endişelenmeye pek gerek yok; doğum defektleri sadece 700 doğumda bir görülmektedir. 

Baba mesleğiyle bebekteki defekt arasındaki irtibatın sebebinin, kullanılan bazı kimyevî maddelerin veya ilim adamlarında olduğu gibi uzun süre oturmayla yükselen sıcaklığın spermlere olumsuz tesir etmesi olabileceği düşünülmektedir. Sebep ne olursa olsun çalışmanın neticesi ortada: "Baba da doğmamış çocuğunun sağlığına tesir edebiliyor." Araştırmanın neticeleri Occupational and Environmental Medicine dergisinde yayımlandı. (Aetna InteliHealth 09.08.2012)

İki Kitabı Birlikte Okuyabilmek



En pak satıhlara nakşedilmiş mesajı oku! Harfleri birbirine eklemeyi öğren ilk önce, sonra heceleri sıralamayı, sonra da kelimeleri, cümleleri... Mürekkep lekelerini sanat eserine döndüren elin sahibinden, sana yollanan sırları çözme heyecanını duymayı... Başını kaldırıp tatlı bir tebessüm yollamayı meçhul diyarlara... Kitaplarda yazılanları okumayı öğren ve oku! Görüneni okuyup, kelimeler harmanında saklananı keşfetmeyi bil, hissederek oku!

Oku, bütün güzel kitapları ve yazıları! Okumak, bir aynadır; kendimizi ifade etme yolu ve kılavuzdur... O, yoldaştır, sırdaştır, arkadaştır duygu yüklü olduğumuz ânlarda...

O, beni sana, seni de bana ulaştıran bir tılsım, sevgililerin turnası, habercisi, vefadâr çiledaşıdır...

Yazmak da, fikirler etrafında halka halka, harflerin ve seslerin buluşmasıdır. Üç işaretin (virgül, tire, nokta) buluşma yeri el ele yürüyüş resmi ve yoldaşlığıdır. 

O, tezgâhta dokunan halı ve kilimlerin her bir düğümüne dökülen emek gibidir. Yazı da, düşüncenin usulünce, ince ince işlenmesidir. Her bir kelimeyi, gereğince kullanmaktır. 

Yazı, kalemin dilidir, yazarının yürek çarpmasıdır; kalemin kâğıt üzerinde yaptığı geziden kalma ayak izleridir. Belki de umutsuzların, bir şeyler arayanların, seslerini duyurmak isteyenlerin çığlıklarıdır. Belki, anlarımızı, hatıralarımızı koruma altına almak için bir kenara not düşüşümüzdür. 

Yazı bazen, okuyanı da, yazanı da irşad eden bir mürşittir. Yol gösteren ve insanın tefekkür dünyasını şekillendiren bir kuvvettir. Okumak, bu yüzden, temeli sağlamlaştıran bir harçtır. Okumak, başka okuyucuların kazandığı ve sizinle paylaşmak istediği değerlerdir, insanın eksikliklerini giderme gayretidir. 

Eline bir kitap almanın ve o kitabın derinliklerine dalmanın keyfini ara; harika fikirlerin zengin dünyasını keşfe çık. Büyük harfle başlayan, cümle cümle uzayan, işaretlerde mola verilen ve nefeslenilen heyecan dolu bir safaridir önündeki kitabın her bir sayfası. Bu safaride izlenen şey, hayvanat ve tabiat değildir; müellifin duygu ve düşünce dünyasıdır, hüneridir, incelikleridir. 

Okuduğun kitabı bitirdikten sonra, kâinat kitabını eline al. Harfleri çiçekler, işaretleri bitkiler ve hayvanlar, kelimeleri, cümleleri dağlar, taşlar ve denizler olan kâinat kitabını... Ağaç yapraklarına eğil iyice, yükseklerden boşluğa dökülüveren suyun sesine katmayı dene kendini, sıcaklığa teslim uyuklayan kediciğin hırıltılarında saklı virdi sezmeyi ve civcivlerin etrafında dört dönen tavuğun şefkat namelerini okuyabilmeyi dene bir bir. Oku, ama yüzünden değil, derin oku; sırlar sırrına erişmek için oku. Direksiz duran göğe kaldır başını sonra. Karşında ziyadar bir resim açılacaktır. Çok uzaklarda bulunsalar da, sana göz kırpan sevimlilikte yıldızlar, kitabın bir başka buudunda Müellif'i anlatmaya duracaktır, yeryüzünde her şey ve herkes uykudayken. Mahiyetlerinde Müellif'in birliğine deliller vardır. Hep birlikte Bir olan Zât'adır tesbihleri... Sen de o halkaya katıl ve oku!. Bu kitap insan eseri değildir, insanı da yaratan Sanatkâr'ın eseridir. Her şey sana açılacaktır, eğer okumasını bilirsen.

Bu kitapta bölüm-içre bölümler, işaretler, bahisler, timsaller ve deliller vardır. İnsan uzun bir bölüm, onun sistemleri, organları, hücreleri, hücrenin içinde vazifeli varlıklar alt başlıklardır; her biri kendi içinde bilinmedik sayıda başlıklara ayrılır. 

Bitkiler bölümü... Ağaçlar, sebzeler, otlar, deniz dibi yosunları, çiçekler... Ağaçlar alt başlığına bir bak. Yaprağını dökenler vardır hazan yelleri esmeye başladığında, 'Vakit tamam!' mesajını rüzgârdan alarak. Çınar ve selvi iki kadîm dosttur; biri yapraklarıyla vedalaşır, diğeri öylece ortak olur derdine. Neden bazı ağaçlar yapraksızdır kışın ortasında, hem de en soğuklarda? Sonra, bahar duyulmaya başladığında bir diriliş şöleni yaşanır dört bir yanda. Çınar yeniden yapraklanmaya başlar. Bakarsın, her yıl yaprağın şekli ne aynıdır ne de gayrı. Hep benzer giysiler giyer vakti gelince. 
Çevir sayfayı.

Bulut... 

Gökyüzündeki harekete dikkat kesil, okumaya dur. Buhardan çizilen en harika ve eşsiz resimlerdir onlar, en büyük Sanatkâr'ın kudretinin izharıdır. Minicik su damlacıkları, güneş ışığını yansıttıklarından pamuk gibi bembeyaz görünürken, damlacıklar biriktikçe ve yoğunlaştıkça daha koyu görünürler. Kümülüs, Nimbus, Stratus, Sirrus... Her birinin işareti farklı, misyonu farklıdır. Kimi boşluğa salınmış tüy gibi görünür, kimi kümelenir. Kimi damlamaya başlar dizi dizi, düşer hasret duyduğu toprağın bağrına. İnsanoğlu "yağmur" koyar adını. Bazen yağmur olur, bazen sis... Bazen de gölgelik olur Şam yolunda Resul-ü Ekrem'e (sallallahü aleyhi ve sellem). 

İnsanın en değerli kitabı, Kur'ân-ı Kerîm'dir. İnsan ancak onunla çözebilir kâinatın ve kendinin sırlarını. Kâinat kitabının tefsiri olan Kur'ân-ı Kerîm'i "İkra!" hitabına uyarak oku. O Yüce Kitab'da "Ahsen-i takvim" suretinde seslenilen insana, üzerine yemin edilen incire ve kutlu beldelere sal düşünce ırmağını; tefekkür burcunda dur, seyret âlemi. O sayfayı anla, bil ve kendine kat bulduğun cevherleri.

Okumayı ve yazmayı bilen ve sana öğreten Zât'a ulaşmak için eşyanın suretine yazılanı oku! Okumanın sonu yoktur, bitmez bir sevdadır okumak. Kâğıda ve kâinata yazılanı süzerek, tartarak ve ruhunun derinliklerine katmaya çalışarak oku. Okudukça Hakikat'i bulacaksın, kâinat öyle bir kitaptır ki, herkese kabiliyeti ve gayreti ölçüsünde mânâlar ilham eder. Okuma cehdini, tefekkürle süsleyen kutlular, her iki kitabı da anlayacak, kendini ve Rabb'ini bilecektir...