Popüler Yayınlar

7 Mart 2013 Perşembe

Tırnaklarınız sağlığınız hakkınızda ne söylüyor?


Bugüne kadar tırnaklarınızdaki renk ya da görünüş değişikliğini hiç dikkate aldınız mı? Büyük ihtimalle tırnaklarınızın sağlığınız hakkında ipuçlarını ortaya çıkardığını bilmiyorsunuz. 
Tırnaklarınızdaki beyaz lekeler, pembelikler veya tümsekler vücudunuzdaki bir hastalığın belirtisi olabilir. Karaciğerinizdeki, akciğerinizdeki ya da kalbinizdeki sorunlar tırnaklarınızda kendini gösterebilir.
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_tirnaklariniz-sagliginiz-hakkinizda-ne-soyluyor_2060844.html

6 Mart 2013 Çarşamba

Yalnızlığın Biyolojik, Psikolojik ve Sosyolojik Temelleri

Yalnızlık, kişinin yakınında iç âlemini paylaşacak kişi veya kişileri bulamadığında ortaya çıkan bir durumdur. İnsan, zaman zaman kısa süreliğine yalnız kalmak isteyebilir. Kısa süreli olduğunda, uyum sağlamaya vesile olan yalnızlık, kronik hâle geldiğinde, insan sağlığına zarar vermeye başlar. Bundan dolayı yalnızlık, iki yüzü keskin bir kılıca benzer. Yalnızlığın kendisinden ziyade, tecrübe edilme süresi ve şiddeti; iyi veya kötü yanını belirler. Yalnızlığın şiddeti; kişinin sosyal çevresi ve bağlantıda olduğu insan sayısıyla değil, kişinin iç dünyasında hissettikleriyle ölçülür.

Modern toplumlarda yalnızlık, disiplinler arası önemli bir araştırma sahasıdır. Çünkü "yalnızlık" giderek yaygınlaşan ve sağlığımızı tehdit eden bir risk faktörüdür. Günümüz toplumlarında yalnızlık hissinin giderek artan nispetlerde yaşanmasının sebeplerinden biri, göçler ve hızlı değişmelerle insanların alıştığı sosyokültürel çevreden kopmasıdır. Sosyal bağların zayıflaması veya kopması neticesinde, yalnızlık hissi daha yoğun ve sık yaşanmaktadır. Meselâ Amerika Birleşik Devletleri'nde, 2006 yılı kayıtlarına göre 29 milyon kişi yalnız yaşamaktadır. 1980 yılı kayıtlarıyla kıyaslandığında, yalnızlık oranlarındaki artış % 30 civarındadır. Bir başka çarpıcı tespit ise, şahsî meselelerini kimseyle paylaşmak istemeyen ve diğer insanlara güven duymayanların yüzdesi, 1985-2004 arasında % 10'dan % 25'e çıkmıştır.

Günümüz toplumlarında, sosyal izolasyon (tecrid) ve yalnızlık; sigara ve şişmanlık gibi sağlığı tehdit eden önemli bir risk faktörüdür. Son nörobiyolojik ve klinik araştırmalar, kronik yalnızlığın kalb-damar, bağışıklık ve sinir sisteminde menfî değişikliklere sebep olduğunu gösteriyor. İç dünyasında yalnızlık yaşayan kişilerin damarlarında kasılma ve direnç, yaşamayanlara nispeten çok daha fazladır. Daralan ve büzüşen atardamarlar, tansiyonun yükselmesine yol açar. Yükselen tansiyon, kalbin daha hızlı atmasına, neticede kılcal damarların aşınmasına ve yırtılmasına sebep olur. Epidemiyolojik çalışmalar da, sosyal olarak yalnızlık hissi yaşayanların daha kısa ömürlü olduklarını; enfeksiyon, kalb-damar hastalıkları, depresyon gibi sağlık problemlerine yakalanma risklerinin arttığını göstermektedir.

Araştırmalar, kişilerin geniş sosyal çevreye ve bağlantılara sahip olsalar da, iç dünyalarında yalnızlık yaşayabildiklerini ortaya koymuştur. Kişinin sosyal çevresi, toplumdaki statüsü, itibarı, malı-mülkü, sadece lojistik birer destek fonksiyonu görmekte, kişinin yalnızlık duygusunu hissetmesine doğrudan mâni olamamaktadır. Bilhassa mâneviyatı zayıf olanlar ve gönül dünyalarında derin boşluklar bulunanlar, kendilerini derin bir yalnızlık duygusuna kaptırmaktadır. Bu kişiler, maruz kaldıkları olumsuzluklar karşısında gönül dünyalarında bir dayanak bulamadıklarından derin bir yalnızlığa maruz kalırlar.

Genetik termostat ve yalnızlığın aktivasyonu
İnsan beyninde, yalnızlık hissinin oluşmasında rol alan ve âdeta bir termostat gibi çalışan beyin bölgeleri vardır. Bu bölgelerin temel bilgisi, genlerden geldiği için, bunlara genetik termostat denilmektedir. Anne ve babamızdan aldığımız genetik mirasla, beyinde inşa edilen bu genetik termostat, değişik uyaranlara vereceğimiz cevabın aralığını belirler. Sosyokültürel faktörler, bu genetik termostatın işleyiş derecesini ve süresini belirler. Bu termostatın çalışma ayarları, kişinin yaşadığı sosyokültürel çevresi ve genetik mirasıyla ilgilidir. Büyük ölçekte çocukluk döneminde şekillenen bu ayarlar, yalnızlık hissinin eşiğini ve şiddetini belirler. Diğer bir ifadeyle, yalnızlığın vereceği ağrı ve acının seviyesi, kişinin genetik termostatıyla alâkalıdır. Bazı genetik yapılarda, termostatın aktivasyon ayarları düşük; bazılarında da yüksektir. Bundan dolayı, sosyal izolasyon uyaranlarının şiddet ve dozuyla bağlantılı olarak yalnızlık hissi, her insanda farklı derecelerde yaşanır. Yalnızlık kısmen genetik elementlere sahip olsa da, tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Yalnızlık hissini yoğun yaşayan kimselerde gözlenen özelliklerin yarıya yakını genetiktir. 8.683 ikiz üzerinde yapılan bir yalnızlık araştırması, genetiğin % 37 nispetinde tesirli olduğunu göstermiştir. Özetle bizi hayata bağlayan sosyal çevreden ayrılış ve kopuş genetik termostatın ayarlarına bağlı olarak, her kişide değişen derecede acılar yaşatır. Bu yüzden her farklı mizaçta, yalnızlık hissinin yaşanması da çok farklı olabilir.

Yalnızlığın biyolojik sisteme tesirleri
Bedenimizin verdiği her bir uyarı (ağrı ve acı dâhil) önemli mesajlar ihtiva eder. Nasıl ağrı ve acı sinyalleri, bedenimizde bir şeylerin yanlış gittiğine dâir mesajlar veriyorsa, yalnızlığın yoğun yaşandığı kritik noktalara ulaşıldığında da, vücudumuz alarm sinyalleri verir. Yalnızlık duygusuna eşlik eden kaygı ve fizyolojik değişiklikler, sosyolojik bağların zayıfladığına dâir önemli ikaz sinyalleridir. Bu sinyaller, tutum ve davranışlarımızı hayatımızı koruyacak yönde değiştirmemiz gerektiği konusunda bizleri uyarır.

Yalnızlığı iç âleminde derinden yaşayan kimselerde, stresin moleküler belirteçlerinde (tükrükte kortisol, idrarda adrenalin seviyelerinde) mânâlı artışlar gözlenmiştir. Ayrıca bedenin savaş-kaç cevaplarının koordinasyonundan vazifeli sempatik sinir sisteminin aktivasyonunun arttığı ve kaç-uzaklaş merkezinin devreye girdiği tespit edilmiştir. Çünkü bu kimselerin beyni, "Bir tehlike var, acilen oradan uzaklaş!" mesajı üretir. Bu mesaj, vücudun diğer kısımlarım da, sanki bir tehlike varmış gibi tetikte tutarak, biyolojik, psikolojik ve zihnî yıpranmayı artırır. Bu yüzden yalnızlığı kronik olarak yaşayan kimselerin uyku kaliteleri düşüktür. Uykudan yorgun ve bitkin kalkarlar. İnsanı dinlendiren, neşelendiren faaliyetlerden, diğer insanlara göre daha az haz duyarlar. Tatmin ve mutlu olma dereceleri düşüktür. Yaşama sevinçlerini kaybetmeye başlarlar.

Yalnızlığı yüksek derecede yaşayan ve yaşamayan kişilerin bağışıklık sisteminde rol alan genlerden protein yapılma (transkripsiyon) ve bunların aktivasyon dereceleri karşılaştırıldığında, mânâlı farklılıklar tespit edilmiştir. Bilhassa iltihaplanmayı (inflamasyonu) tetikleyen genlerin aktivasyonunda artış; iltihaplanmayı engelleyen genlerin sentezinde ise azalma gözlenmiştir. Ayrıca bu kimselerde, viral enfeksiyonlara karşı vücudu müdafaa eden genlerin sentezinde ve aktivasyonunda belirgin bir azalma tespit edilmiştir. Saha çalışmaları ve anket neticeleri, sosyal olarak tecrid edilmiş kişilerin ve yalnızlık hissi yaşayanların, virüs kaynaklı enfeksiyonlara (grip, HIV gibi) daha yatkın hâle geldiklerini ve kalb-damar hastalıklarına yakalanma risklerinde artış olduğunu göstermektedir.

Yalnızlığın yoğun hissedildiği durumlarda, kaygı ve endişe hissi tetiklenir. Bu duruma beyin, amigdala bölgesinin aktivasyonu-nu artırarak cevap verir. Çünkü amigdala bölgesi, beynin tehlike ve risklere karşı duyarlı bir alarm sistemi gibi çalışır. Sosyal desteklerin varlığı ve bunun insanlar tarafından algılanması, amigdalanın sosyal riskleri ve tehlikeleri nasıl değerlendireceğini ayarlar ve en uygun cevabı üretir. Kişinin gereksiz bir şekilde kaygı-endişe üretmesi, amigdalanın uyarılma eşiğiyle ve uyaranın şiddetiyle alâkalıdır. İnsanlara öfkeli, kızgın veya ürkütücü yüz fotoğrafları gösterildiğinde, beynin amigdala bölgesi hızlı şekilde uyarılır ve aktifleşir. Amigdalanın aşırı uyarılması, sosyal etkileşimi ve desteği yetersiz, yalnız büyüyen veya gelişim çağında yalnızlık yaşayan kimselerde daha çok gözlenir.

Beynin öğrenme davranışında rol alan ödül merkezi (ventral striatum bölgesi), yemek veya para gibi ödüllerin yanı sıra sempati gibi sosyal tutumlarda da aktifleşir. Bu bölgenin aktivasyon derecesini ölçmek için, Şikago Üniversitesi'nde (ABD) yapılan bir araştırmada, yalnızlık hissini yoğun yaşayan bayan 23 üniversite öğrencisinin beyin fonksiyonları, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme tekniğiyle incelendi. Bu incelemede, deneklere gülen, neşeli yüz ve mimiklere sahip yüzlerce insan fotoğrafı gösterildi. Bu bulgular, yalnızlığı yoğun yaşayan kimselerde, ödül merkezinin aktivasyonunda çok belirgin bir azalma olduğunu ortaya koydu. Yani yalnızlık duygusunun yoğun bir şekilde yaşanması, kişinin ödül merkezini kilitleyerek, onun hayattan zevk almasını, mutlu olmasını engellemekte ve kişinin endişeli, evhamlı, hüzünlü, kederli, bütün yaşama sevincini kaybetmiş bir ruh hâline girmesine sebep olmaktadır.

Yalnızlık hissinin yoğun yaşanması, beynin ön bölgesini de (prefrontal korteks: iradî-şuurlu kontrol bölgesi) etkiler. Bu bölge, güdü ve dürtülerle tetiklenen yeme-içme gibi şehvetle bağlantılı davranışlara bir sınırlama getirerek, fren mekanizması görür. Saha ve anket araştırmaları, sosyal ağları ve etkileşimleri zayıf olan kimselerin, kötü beslendiklerini, daha çok alkol almaya ve daha az spor yaparak hareketsiz bir hayat sürmeye eğilimli olduklarını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca yalnızlığı yoğun hisseden kimseler, lâboratuvar ortamında yapılan prefrontal korteks aktivasyonunu gerektiren yönetici kontrol testlerinde düşük başarı göstermişlerdir. Yani bu kişilerin ön beyinleri yeterince hızlı aktive olmamakta ve bu da başarısızlığa yol açmaktadır.

Yalnızlık duygusunu yoğun yaşayan kimseler, stresli şartlar altında daha fazla hissî gel-gitler yaşarlar. Duygularını kontrol etmede çok zorlanırlar. Bu yüzden aşırı alınganlık ve kırılganlık gösterip, sonunda problemli bir kişilik hâline gelirler. Tanışıp konuştukları insanlar hakkında, kolayca kötü izlenimler oluştururlar. Çünkü topluluk içinde iken, negatif ipuçlarını algılamaya daha çok yatkındırlar. Sosyal etkileşimleri, pozitiften ziyade negatif mânâda yorumlamayı tercih ederler. Bunu doğrulayan çalışmalar yapılmıştır. Bir araştırmada insanların his-düşünce dünyalarını ifade eden kelimeler renklendirilmiş ve bu renkli kelimeler bilgisayar ekranından belli bir hızla geçirilmiştir. Yalnızlığı hem yoğun hisseden hem de hissetmeyen kimselere ekrandan geçen bu kelimelerin renkleri sorulmuştur. Yalnızlığı yoğun hisseden kimseler, "izole edilmek, tecrid, reddedilmek, dışlanmak" kelimelerinin renklerini ifade ederken, duraklama ve gecikme yaşamışlardır. Yalnızlığı yoğun yaşamayan kimseler ise, bu kelimelerin renklerini gecikme olmadan söylemişlerdir. Bu deney neticeleri, insan beyninin sosyalleşmeyi azaltan yoğun yalnızlığın yaşanmasına karşı, alarm verecek şekilde yaratıldığını göstermektedir.

Araştırmalara göre, sosyal paylaşım ağlarındaki (facebook, twitter, Google+ gibi) gruplarda yer alan insanlar arasında yalnızlık hissini yaşama nispetlerinde artış gözlenmektedir. Bu ağlardaki kişiler, ağla teması bıraktıklarında, yalnızlık hissini daha kolay yaşamaktadır. Sosyal etkileşim ortamları, hem olumlu hem de olumsuz duygu ve düşüncelerin insanlara aktarıldığı ve bulaştığı yerlerdir. Ayrıca sosyal ağlarda insanlar yalnızlık hissini yaşama durumunu daha kolay ifade etme imkânı bulduğundan, yalnızlık hissinin bulaşması da kolaylaşmaktadır. Nasıl sigara gibi kötü alışkanlıklar, sosyal çevrelerde kolay kazanılıyorsa, sosyal çevrelerde "yalnızlık hissine kapılmak da" kolayca yayılmakta ve bu hissi yaşayanlar kendi aralarında sanal gruplar oluşturmaktadır. Ayrıca insanoğlu, topluma ayak uydurma psikolojisine sahip olduğundan, yalnızlık hissi ve kültürü de bulaşıcı bir hâle dönüşmektedir.

Sosyal bağlar ve etkileşimler, insanın diğer insanlara açık olmasını ve insanların size ulaşılabilirliğini sağlar. Bu açıklık ve erişilebilirliği en faydalı hâle getirme, hem kolay hem de zor, hem basit hem de karmaşıktır. Çünkü insan tabiatı, bazen inzivaya çekilerek yalnız kalmayı, Allah'la baş başa olmayı, bir nefis muhasebesi yapmayı istediği gibi, bazen de insanlarla beraber olmayı, onlarla duygu, düşünce alışverişinde bulunmayı ister. Onun âdeta bir yay gibi iki uç arasında dinamik salınıma ihtiyacı vardır. Bu iki ihtiyacın salınım frekanslarını öğrenmek ve kontrol etmek, hayatımızı en iyi şekilde yönetebilmeyi öğrenmek demektir.

Her sosyal izolasyon veya yalnızlık hissi, herkeste aynı tesiri yapmadığından, kişi kendi mizaç ve kişilik motifinde saklı genetik termostatının ayarlarını, eşik değerlerini bilmeli ve kendi rahat ve güvenli bölgesinde kalmaya gayret etmelidir. Her insanın tabiatında duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını ifade ederken kendini stres altında veya rahat hissettiği bölgeler ve aralıklar vardır. Benzer şekilde her insan için, yalnızlık hissinin daha kolay yaşandığı bölgeler ve eşik değerler farklı farklıdır. Ters açıdan bakarsak, her insanın sağlık ve mutluluğuna katkı yapacak, huzurunu devam ettirecek sosyal bağlantı miktarı ve etkileşim ihtiyacı değişkendir. Kişiye en uygun yalnızlık derecesi ve süresi, parmak izi gibi kişiye hastır.

Yalnızlık hissi nasıl tedavi edilir?
Yalnızlığın tedavi metotlarından biri; kişinin hâdiselere bakışını, niyetini, farkındalığını ve yorumlama paradigmalarını değiştirmektir. Bir başka deyişle, kişinin dikkat, algı ve yorumlarını negatiften pozitife çevirerek, hâdiselerin olumlu yönleri görmeye odaklanmalarını sağlamaktır. Zîrâ "Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır." ve "Olumlu düşünen, hayata pozitif bakar." prensipleri, insan hayatı için son derece önemlidir. Çünkü bunu kavrayan ve hayata geçiren insanlar, mutluluğun önemli bir anahtarını elde etmiş olurlar ve yaşama sevincini diğer insanlara göre çok daha iyi hissederler.

Sağlığa zarar veren yalnızlık hissini daha az yaşamanın veya hiç yaşamamanın gerçek ilâcı; kalb ve aklın Allah inancıyla, marifetiyle ve muhabbetiyle dolmasıdır. Dostlar ve dünyevî meşgaleler, en fazla kabir kapısına kadar insanı rahatlatır. Sosyal olarak tecrid edilen, zindanlara konulan bir insanın eğer mânevîyatı çok sağlamsa, o kişi gerçek dost olarak Allah'ı kabul etmişse, hiçbir zaman sağlığı bozucu şekilde yalnızlık duygusu yaşamaz. Çünkü zindan, iman ve ümitle, medrese-i Yusufiye olur. Bu olumsuz şartlar altındaki kişiye imanı şunları hatırlatır: "Hakiki dost istersen, Allah yeter. Eğer O dost ise, bütün dünya küsse ehemmiyeti yoktur." O'nu dost bildiysen, sana O yeter. Gam, keder, hüzün sana uğramaz. Uğrasa da, O'ndan geldiği için tahammül edilir ve aktif sabırla ibadete dönüşür. Böylece kişi her şart altında, iki cihan saadetine giden yolları bulur.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/yalnizligin-biyolojik-psikolojik-ve-sosyolojik-temelleri-mart-2013.html

4 Mart 2013 Pazartesi

efeler: Sütümü helal etmem’ ne kadar doğru?

efeler: Sütümü helal etmem’ ne kadar doğru?: Emir ve/veya isteklerine karşı çocuklarından direnç gördüklerinde; beklemedikleri bir muhalefetle karşılaştıklarında. Ortada bir şey yokke...

3 Mart 2013 Pazar

Anne ve babalara altın niteliğinde tavsiyeler!


Samanyolu Haber Televizyonu'na konuk olan  Pediatrist - Pediatrik Nörolog Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin konuyla ilgili önemli tavsiyelerde bulundu.

Kardeş kıskançlığı nın altında anneyi paylaşamamanın yattığını belirten Paktuna,"Odak noktası annedir. Anne olmasının nedeni de insan yaşamının ilk 7 yılı bir ayna gibi çocuk anneyi yansıtarak benliğini oluşturur.  O nedenle o bene sahip çıkmak ister çocuk. ve bir kardeşle paylaşamaz. Annelere tavsiyem eğer biz kendimizi çocuklara yansıtıyorsak bu aynada çocuk yalnızca kendisini görmeli. Kardeşini görmemeli." Diye konuştu.

Konuyla ilgili açıklayıcı örnekler veren Paktuna,"Diyelim ki biri 4 aylık diğeri 5 yaşında. Anne her ikisine de 4aylık, her ikisine de 5 yaşında davranmalı. Diyelim ki biri kız biri erkek her ikisi de aynı cinsmiş gibi davranmalı. Diyelim ki anne minik bebeğe bir biberon hazırladı, diğer büyük çocuğa da yağlı ballı bir ekmek hazırladı. Anne o anda 'Çocuklar ben şimdi yemeğinizi hazırladım ama ikinize de aynı anda vermek istiyorum. Nasıl yapsam acaba, tamam 1-2-3' deyip anda vermeli. Çünkü şöyle izler çocuk 'Ona önce verdi' İsterseniz bunu altın terazide tartın aynı da olsa çocuk kime önce verildiğine bakar. Anne oyunlarla çocukların hayatlarına girebilmeli." dedi.

Kardeş kıskançlığının küsmeyle, anneye darbe vermeye kadar, saldırmaya geçebilmesine kadar gidebildiğini belirten Paktuna, çocuğun daha sonra da içine kapanabileceğini ifade etti.

Eğer çocukta kaygı alt yapısı varsa kardeş kıskançlığının yaşı da ağırlığı da yükselir diyen Paktuna "7 yaşın üzerindeki çocuk kardeşini kıskanıyorsa orada bir kaygı zemini vardır." dedi.

Paktuna, babanın eşine anlayışlı yaklaşması, anneyi yatıştırması gerektiğini belirterek, "Cezayı azarlamak vurmak olarak algılamamalı. Davranışın cezası çocuğu rövanşa götürmemelidir.  Anne için çocuklarının yaşları ve cinsleri yoktur her ikisi de çocuktur ve eşittir." Şeklinde konuştu.
http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Anne-ve-babalara-altin-niteliginde-tavsiyeler/959105/