Popüler Yayınlar

30 Mart 2013 Cumartesi

Her refleksin bir hikmeti var


Refleksler, bir nevi insan vücudundaki pürüzleri gideren sistem. Elimizde olmadan yaptığımız ve otomatikleşmiş hareketlerin sırlarının hepsini çözemesek de keşfedebildiğimiz kadarıyla büyük hikmetler taşıyorlar.
İnsan vücudu, birbirinden ilginç kabiliyetlerle donatılmış. Bu melekelerin bir kısmı Kudreti Sonsuz tarafından insan ihtiyarına bırakılırken, diğer ve büyük kısmı ise bilinç dışı çalışmayla yükümlü. Bilinç dışı ve iradeye bağlı olmadan çalışan organlar bir yana, insanın vücudunun günlük hayatta sık sık yaptığı istem dışı birçok hareket bulunuyor. Vücuda dışarıdan gelen tehlikelere karşı koruyan bu ani hareketlenme mekanizmasının büyük işlevi bulunuyor. İrticalen (kendiliğinden) ortaya çıkan bu tepkilere tıp dilinde refleks deniyor. Peki, bir ömür boyu gayri ihtiyari gerçekleşen bu ani hareketler nasıl oluşur, ne işe yarar?
150 km hızla üflemek kolay değil!
Havada bulunan partiküllerin solunum yollarına girmesiyle vücudun oluşturduğu otomatik bir reaksiyon, hapşırık. Güneş ışığına hassas kimselerde sık sık görülebiliyor. Burun mukozası hassaslaşması ve ağır kokulu, yoğun kirli ortamlarda da sıkça hapşırmak mümkün. Hapşırık sırasında 150 km hızla vücutta bulunan 40 bin partikül dışarı atılır. Bu sayede solunum yollarında bulunan bakteriler dışarı atılır. Ertesinde vücutta bir rahatlama ve hoşnutluk hissi oluşur. Bazı kimseler, bu reflekslerinin çok gürültülü olduğundan dolayı ağız-burun yollarını kapayarak engelliyor. Fakat özelikle kafa bölgesinde büyük bir basınç oluşturması sebebiyle hapşırık kesinlikle engellememeli. Zira kafatasında artan basınç özellikle yüksek tansiyon hastaları için tehlikeli ve beyin damarlarında kanamalara sebep olabiliyor.
Esnemek beyni soğutuyor
Esneme sırasında ağız içindekilerin görülmesi hoş bir görüntü oluşturmaz. Kapama sırasında gelen kaba ses de çabası... Bu yüzden nezaketen bu görüntü ve sesin perde edilmesi beklenir. Uykuyla ezelden beri ilişkilendirilen bu hareketin şimdiye kadar herhangi bir çözümlemesi yapılamasa da öne sürülen tezler bir hayli ilginç. Evrimciler esnemenin ilkel dönemlerden kalan davranış olduğunu öne sürüyor. Çene kaslarının büyükçe açılması rakibe karşı bir güç gösterisi olarak yorumlanıyor. Bu hareket, zamanla evrilmiş ve günümüz insanına esneme olarak miras kalmış. Amerikalı profesör Andrew C. Gallup’a göre esneme hadisesi beynin çok ısındığı zamanlarda vücudun gösterdiği bir refleks. Bu sayede çok ısınan beyin tıpkı bir bilgisayar fanı etkisi gibi soğuyor. Yapılan istatistiklerde esneyen insanları gören kişilerde de esneme görülüyor.
İnatçı hıçkırıklardan korkun
Belirli aralıklarla diyafram kasının kasılmasıyla ciğerlere ani nefes alınıyor. Bu sırada ses telleri arasındaki açıklık istem dışı olarak kapanıyor ve hava arada sıkışarak o istemediğimiz ‘Hıck’ sesi meydana geliyor. Hıçkırmak kendiliğinden sona eren bir refleks ve hastalıksal sebepleri dışında birçok nedeni bulunuyor. Bunların arasında yemek yerken lokmaları çabuk yutmak, heyecan, korku, stres, alkol ve sair sebepler bulunuyor. Kısa süre devam eden bu kısa sıçramaları, nefesini tutmak, su içmek, amuda kalkmak gibi iptidai yöntemlerle gidermek mümkün. Hatta kimi yerlerde şeker emmek, torba içine solumak, dilin çekilmesi, buzlu suyla gargara, tiksindirme ve korkutma yollarına başvuranlar bulunuyormuş. Lakin uzun süreli ve inatçı hıçkırıklar büyük hastalıkların habercisi olabilir ve doktor muayenesi gerekebilir.
Yanlış sinyal beyne giderse...
Bacak bacak üstüne atıldığında, dirsekler dayandığında, bağdaş kurarak uzun süreli oturmalarda sıklıkla yaşanır karıncalanma. Vücudun uyuşan yerlerine binlerce iğnenin batırıldığını hissetmek asap bozucudur. Karıncalanma geçici ve zararsız bir his olmakla beraber sık yaşanması başka hastalığın belirtisi olabiliyor. Bu hissin başlıca nedeni eklemlerin kapanmasıyla çevresel sinirlere yüklenen basınç. Beyin vücudun her yerinden devamlı surette mesaj alır. Uzun süre bacak bacak üstüne oturursak dizin iç yüzeyine yakın sinirler, altta kalan bacak tarafından sıkıştırılır ve beyne giden duyumlar düzensiz hale gelir. Buradan sonra beyin bölgeden gelen verileri farklı algılar. Ardından vücudu uyarır. Bulunduğu konumdan daha rahat bir  pozisyona geçmesi için mesajlar gönderir. Uyuşan bölgelere hafif masajları yaparak kaşıntı giderilebilir.
Gerinip duruyorsan rahatladın demektir
Sabahları uyanınca yaptığımız ilk iştir gerinmek. Peki vücudun tüm kaslarını kopma noktasına gelene kadar germenin sebebi nedir? Özellikle masa başında çalışanların sık sık yaptığı bu refleksin arkasında kaslarımızdaki protein lifleri var. Kemikleri saran kaslarda aktin ve miyosinden oluşan lifler iç içe geçmiş halde bulunuyor. Hareket ettiğimizde kaslar bu moleküller arasındaki bağların çalışmasıyla güç üretiyor. Durgun haldeyken kaslarda herhangi bir hareket olmasa da bu bağlar kaslara az miktarda gerilim sağlar. Zaman içinde gerilim artarak azami dereceye geldiğinde vücudun hareketsiz kısımlarında sertlik hissi uyanır. İşte gerinme refleksi bu sırada devreye girer ve kaslar uzun süre hareketsiz kalmaktan kurtulur. Vücuda yapılan masaj ve fizyoterapi uygulamalarının ardından vücutta oluşan rahatlık da bu sayede oluşur.
Kemiklerimiz neden çıtlar?
Kimilerinin bayıla bayıla yaptığı bu hareket kimilerinde tike dönüşebiliyor. İleri yaşlarda kireçlenme gibi önemli rahatsızlıklara sebebiyet veriyor. Fakat çıtlatma işlemi zamanla bilinç dışı bir alışkanlığa dönüşebiliyor. Aslında bu ‘çıt’ sesinin kemiklerden geldiğini zannetmek büyük yanılgı. En kolay çıtlayan yerler vücudumuzun küçük ve sürtünmeli kemiklerinin bulunduğu parmaklar. Burada eklemlerde kemiklerin rahat hareket etmesini sağlayan ve yağlı sıvıyla dolu kapsüller bulunuyor. Parmaklar gerilince eklem yerleri de düzleşerek gerilir ve sıvının içinde erimiş haldeki gazlar kabarcıklaşır. İşte bu çıtlama sesleri o kabarcıkların patlama sesidir. Çıtlamadan sonra eklemin hareket alanı genişler. Bu sayede eklemler daha rahat hareket eder...
http://www.zaman.com.tr/aktuel_her-refleksin-bir-hikmeti-var_2071578.html 

24 Mart 2013 Pazar

Çocuğunuz 'dahi hastalığı'na yakalanmış olabilir!


Nörolojik Konuşma Bozuklukları Uzmanı Çiğdem Gülerman, Disleksi hastalığı (öğrenme bozukluğu sendromu) hakkında aileleri ve öğretmenleri uyardı.

Einstein, Bethoven, Leonardo Da Vinci ve Mozart gibi dahilerin ilkokul çağlarında Disleksi yani öğrenme bozukluğu sendromu hastası olduğunun bilindiğini anlatan Gülerman, "Bu nedenle hastalığın ismi genel olarak 'dahi hastalığı' olarak anılıyor" dedi.

Disleksi hastalığının bir öğrenim güçlüğü problemi olduğunu ifade eden Gülerman, şöyle konuştu: 

"6 yaşına gelen çocuklar okula başlar ve ilk öğrendikleri şey okuma yazmadır. Disleksi problemi yaşayan çocuklar okula başladıklarında çeşitli engellerle karşılaşır. Okuma, yazma ve hasap işlerinde problem yaşarlar. Çocukların 'E'yi 3 gibi görme, 6'yı 9 gibi yazma, 12'yi 21 gibi algılama şeklinde problemleri olur. Yazarken, okurken, hatta konuşurken harf atlarlar, hecelerin yerini değiştirirler, kelimelerin cümle içindeki yerlerini oturtamazlar. El kullanma konusunda da beceriksizlikleri ve hantallıkları olabilir."

Öğrenci veli ve öğretmenlerinin bu gibi durumlarla karşılaşan çocukların zeka düzeyinden şüphe etmeye başladığına dikkat çeken Gülerman, bu hastalığa yakalanan çocukların zeka düzeyinde bir problem olmadığını söyleyerek şu bilgileri verdi:

"Halbuki bu çocukların zeka ile ilgili hiçbir problemleri yoktur. Sadece bazı özel konulara ait öğrenim güçlüğü problemi vardır. Fakat bu çocuklar hem öğretmenleri hem de aileleri tarafından anlaşılamama durumu yaşar. Çocuklarında bu durumu gözlemleyen aileler panik olur üzülmeye başlar. Öğretmen, öğretememenin sıkıntısını yaşar ve git gide bütün bu duygular bir kısır döngüye girer ve çocuk git gide okuldan, derslerinden uzaklaşır, boşu boşuna derslerinde başarısız olan üzgün bir çocuk karşımıza çıkar."

Disleksi belirtileri gösteren çocukların ailelerine ve öğretmenlerine, hastalığın teşhisi ve tedavisi konusunda uyarılarda bulunan Gülerman, şunları söyledi: 

"Ailelerin ve öğretmenlerin öncelikle bu sendromu yaşayan çocukları teşhis etmeleri gerekir. Çünkü, okula başladıkları aşamada birçok çocukta bazen harfleri ters yazma, rakamları ters yazma, harflerin, kelimelerin yerini değiştirme gibi problemler görülse de, bunlar okuma ve yazmanın başlamasıyla çok kısa sürede bertaraf edilir. Bu gibi sıkıntılarda ısrar etme durumu varsa ve bu konuya aile ve öğretmenlerin yaklaşımları bir türlü yeterli olmuyorsa mutlaka bir uzmana danışmak gerekir. Hem konuşmadaki eksiklikleri, hem okuma yazmadaki eksiklikleri hem de hesap kabiliyetindeki yetersizlikleri telafi etmek için ve mental problemi olmayan, sadece bazı konularda sıkıntı çeken çocuğumuzu tekrar okula ve hayata kazandırmak için bir an evvel tedavilere başlamak gerekir. Disleksi kesinlikle çözümü olan ve çabuk tedavi edilen bir rahatsızlıktır. Tedavi esnasında mutlaka bire bir çalışma yapılıyor. Çünkü, her bir çocuğun eksiği ve psikolojik durumu kendine mahsustur. Grup çalışmaları yapılmıyor."

Tedavi edilmeyen disleksi hastalığının çocuk için akademik ve kişisel problemler ortaya çıkarabileceğini söyleyen Gülermen, sözlerini şöyle tamamladı:

"Öğretmenler ve ailelere özellikle sesleniyorum ki; disleksi, çocuklarımızı kolaylıkla kurtarabileceğimiz bir sıkıntıdır. Ama yapılmazsa, müdahale edilmezse akademik problemlerle başlayıp kişisel problemlere dönüşebilecek bir sıkıntı. Onun için bu konuda dikkatli olmak lazım, tereddüt durumlarında uzmana başvurmak ve elbirliği ile bu konuyu halletmek lazım."
http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Cocugunuz-dahi-hastaligina-yakalanmis-olabilir/973815/