Popüler Yayınlar

1 Mart 2013 Cuma

Kuru ciltlilere önemli uyarı!


Cilt kuruluğunun en çok dış şartlara bağlı meydana gelen bir hastalık olduğunu söyleyen, soğuk ve rüzgarlı bir yer olduğu için bu duruma en çok Kars bölgesinde rastlandığına dikkati çeken Kafkas Üniversitesi (KAÜ) Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Emine Derviş, ''Bunun dışında yaşlılık önemli bir deri kuruluğu sebebidir. Bazen kalıtsal hastalıklar, deri hastalıkları, sedef gibi bazı egzamalar da deri kuruluğu sebebi olabilir'' dedi.

Yaygın bir deri kuruluğu olan kişinin mutlaka önce bir hekime başvurması gerektiğini ifade eden Derviş, bölgede sert sudan kaynaklanan deri kuruluğu hastalığına yaygın olarak rastlandığını kaydetti.

Derviş, cilt kuruluğu olan kişilerin çok su ve sabun temasından kaçınması gerektiğini anlatarak, şunları söyledi: ''Kişinin derisi ne kadar suya sabuna temas ediyorsa, o oranda kuruluk artacaktır çünkü su ve yıkayıcılar deri üzerindeki yağ tabakasını uzaklaştırıp derinin nemini kaybetmesine sebep olur. O yüzden bu kişilerin daha az banyo yapmaları, ellerini az yıkamaları ve az sabun kullanmaları önerilmelidir. Kullanılan temizleyicilerin olabildiği kadar sabun özelliği az olanlardan tercih edilmesi önerilir. Gliserinli sabunların tercih edilmesi önerilmelidir, yine de az kullanmak kaydıyla. Kuru derisi olan insanların giysilerine de dikkat etmesi lazım. Zaten deride bir kuruluk var. Sürtünmesi çok fazla olan giysiler giyilirse yani, sıkı pantolonlar, sıkı çoraplar gibi bu bölgeler, sürtünme nedeniyle daha da kuru kepekli hale gelecektir.''

NEMLENDİRİCİ KULLANMANIN PÜF NOKTASI
Derviş, deri kuruluğu olan hastaların, banyo sonrasında cilt daha ıslaklığını kaybetmeden cilt üzerine nemlendirici sürmesi gerektiğini ifade ederek, ''Piyasada çok fazla nemlendirici var. Vücut nemlendiricileri, banyo yağları kullanılabilir'' diye konuştu. 
http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Kuru-ciltlilere-onemli-uyari/957829/

28 Şubat 2013 Perşembe

Müzik dersi beyni geliştirir mi?


Çocuklar daha anne karnındayken duydukları seslerle müziğin farkına varmaya başlarlar. Doğduklarında da ninnilerle, melodilerle müziğe olan yatkınlıkları devam eder. İnsanları sakinleştiren, hatta ağrılarınızı bile hafifleten müzik eğitimini çocuğunuza küçük yaştan itibaren verirseniz beyin gelişimi de önemli ölçüde desteklenecektir.
Huffington Post isimli dergide yayınlanan haberde, Journal of Neuroscience isimli dergide yayınlanan araştırmaya göre, çocukken müzik derslerini seviyorsanız çok şanslısınız. 7 yaşından önce müzik öğrenmek beyninize büyük fayda sağlıyor. Küçük yaşta müzik eğitimi alan çocukların "korpus kallozum" olarak bilinen beynin bir parçasındaki beyaz bölgenin daha büyük olmasına yardım ettiği tespit edildi. Bu bölge sinir liflerinden yapılmıştır ve beynin sağ ile sol tarafındaki motor bölümleri arasındaki iletişimi sağlıyor.
7 yaşından önce müzik eğitimi alan çocukların, işitsel ve görsel sensorimotor (hem duyusal, hem de motor işlevler) senkronizasyon konusunda 7 yaştan sonra başlayanlardan daha iyi performans gösterdikleri belirlendi. Araştırma için, bilim adamları iyi eğitilmiş 36 müzisyeni test etti ve onları 7 yaşından önce müzik eğitimine başlayanlar ve 7 yaşından sonra müzik eğitimine başlayanlar olarak 2 gruba ayırdı. Katılımcılar araştırmacılar tarafından hazırlanan soruları cevapladılar. Sorular arasında ne kadar süre eğitim aldıklar, pratik yaptıkları ve bir enstrümanı kaç saat çaldıkları gibi değişik sorular vardı. Bilim adamları katılımcıların zamanlamasını ve senkronizasyon yeteneklerini test ettiler.
7 yaşından önce bir enstrüman çalmaya başlayan müzisyenlerin, deneyde daha kusursuz zamanlama gösterdikleri ve beyinlerinin korpus kallozum isimli bölgesinde daha fazla geliştirilmiş beyaz madde olduğu belirlendi. Bir enstrüman çalmayı öğrenme elleriniz ile görsel ya da işitsel uyaranlar arasındaki koordinasyon gerektiriyor. 7 yaşından önce bunu yapmak ise beyninizin duyusal ve motor bölgeleri arasındaki bağlantının normal olgunlaşmasını destekliyor. Müziksel performans yetenekle ilgilidir. Bunun yanında iletişim, tarz, istek ve bizim ölçemediğimiz birçok şeyle ilgilidir. Bu nedenle erken yaşta müziğe başlamak dehanızı, yeteneğinizi açıklamaya yardım eder.
Daha önce yapılan bir araştırmaya göre ise...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_muzik-dersi-beyni-gelistirir-mi_2058810.html

27 Şubat 2013 Çarşamba

İyilik yapmak kalbe iyi geliyor


British Colombia Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, hayır  işlerinde bulunmanın, gençlerin kalbine ve beden sağlığına iyi geldiği ortaya  çıktı.
         
Araştırmaya imza atanlardan Hannah Schreier, fedakarlık ve empati  yapmanın kalp ve beden sağlığı için olumlu etkilere sahip olduğunu belirtti.
         
Araştırma, aynı zamanda, stres, depresyon, huzur gibi psikososyal  faktörlerin kardiyovasküler hastalıkları tetiklediği ve ABD'deki ölüm  oranlarında, bu etmenlerin ciddi rol oynadığını ortaya koydu.
         
Araştırma Vancouver'da 106 lise öğrencisi üzerinde yapıldı.
         
Kan basınçları, vücut kitle endeksi ve kalp ritimleri ölçülen  öğrencilerden 53'ü, haftada 1 saat, kendi yaşadıkları bölgedeki ilkokul  öğrencilerine belli konularda karşılık beklemeden yardım etti.
         
Diğer 53 öğrenci ise gönüllü herhangi bir programda yer almadı.
         
10 hafta sonucunda yapılan incelemelerde, ilk gruptaki 53 öğrencinin,  kalp ritimlerinin daha düzenli, kolesterol ve vücut yağ seviyesinin daha düşük  olduğu gözlendi.
         
Araştırma Kanada'da, Amerikan Medical Association Dergisi'nde (JAMA)  yayımlandı.
http://www.samanyoluhaber.com/saglik/Iyilik-yapmak-kalbe-iyi-geliyor/956072/

24 Şubat 2013 Pazar

Sağlık Haberleri Ne Kadar Sağlıklı?

Akşam yemeğinden sonra, ailece oturup günümüzü nasıl geçirdiğimizi konuşmaya başlamıştık ki, lise talebesi oğlum Ali birden söze girdi:

- Babacığım biliyor musun, bugün edebiyat dersinde mübalağa sanatını öğrendik. Öğretmenimiz edebiyatın her alanında sözün tesirini artırmak için, bir varlığı, nesneyi veya kavramı, olduğundan çok fazla veya çok az gösterme şeklinde yapılan sanata mübalağa (abartma) denildiğini söyledi. Eski şairler bu sanatı ne güzel kullanmışlar, size birkaç örnek vereyim: Bir halk türküsünde "Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır." denilmiş. Büyük şairimiz Mehmet Âkif de; "Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın." derken bu sanatı ne güzel kullanmış. Çok merak ediyorum, acaba günümüz edebiyatında da mübalağa sanatı kullanılıyor mu?

- Evlâdım, edebiyat sahasını bilemem; ama sağlık haberleri ve istatistiklerinde bu sanatın sıklıkla kullanıldığını düşünüyorum. İstersen internetten çeşitli gazetelerin ve haber sitelerinin sağlık haberlerine bir göz atalım. Ama önce insanların rakamları, nasıl algıladıkları konusunda sana bazı açıklamalar yapayım. Sağlık istatistikleri verilirken oranlar çok sık kullanılır. İnsan beyninin bu oranları idrak kabiliyeti, herkeste farklı farklıdır; ancak bazen insan beyni ortalama değerler üzerinden de yorumlar yapar. Meselâ, yüzde yirmi beş ile binde iki yüz elli, aynı şekilde algılanır. İnsan beyni kabaca bir oranlama yaparak, her iki oranın, dörtte bire karşılık geldiğini düşünür. Ama kıyaslama yapılamayacak değerler söz konusu olduğunda, insan zihni daha farklı çalışır. On binde 1286 değerinin mi, yoksa yüzde 24,14 değerinin mi daha büyük olduğu insanlara sorulduğunda, çoğu kişi birinci oranın daha büyük olduğunu söyler. Hâlbuki ikinci değer neredeyse iki kat daha büyüktür. Ancak zihin, payda değerinden çok paya dikkat ettiği için pay değeri daha büyük rakamlı olanı, daha büyük algılayabilmektedir. Bunu bir başka misâlle açıklayalım. Bir hastalıktan her gün yüz, başka bir hastalıktan da yılda 36.500 kişinin öldüğünü var sayarsak, hangi hastalık daha çok ölüme sebebiyet verir sorusuna çoğu kişi, ikinci hastalık cevabını vermektedir. Hâlbuki ikisi de eşit orandadır. Oranların ve gerçek rakamların nasıl sunulduğu da önemlidir. Çünkü sunum tarzı, farklı algılamalara yol açabilmektedir. Meselâ, 1997 İngiltere'sinde, 30 yaş altındaki yaklaşık 20 milyon kişiden 63'ünde bağırsak kanseri tespit edilirken, 2006 yılında gelindiğinde hasta sayısı 137'ye çıkmıştır. 20 milyonda 63 ve 137 rakamları çok çok küçüktür. Ancak bu bilginin, İngiltere'de 30 yaşın altındaki kişilerde bağırsak kanseri görülme oranı % 120 arttı şeklinde verilmesi oldukça çarpıcı olmaktadır.

Haberlerde mübalağa ve yanlış yorumlama örnekleri
"Dikkat, kanser hızla yayılıyor! Uzmanlar Türkiye'de kansere yakalanma oranının yüzde 75'e ulaşacağına dikkat çekiyor." haberini inceleyelim. Bu habere ilk bakıldığında ülkemizde yaşayan 70 milyon insandan yaklaşık 53 milyonunun kansere yakalanacağı düşünülür. Yazının muhtevasına bakıldığında ise, Türkiye'de kansere yakalanma oranının 2005 yılı itibariyle yüz binde 203 olduğu, 2030 yılında bu oranın % 75 artarak yüz binde 350'ye çıkacağının tahmin edildiği anlaşılmaktadır. 

Şimdi "Paranız çoksa kanser olabilirsiniz." başlıklı haberi inceleyelim. Bu haber, ilk bakışta zengin kişilerin kansere yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu tedai ettirmekte, âdeta fakirlere iyi ki zengin değilsiniz dedirtmektedir. Ancak haberin detayları incelendiğinde, haberde İngiltere'de meme kanserinin yüz binde 80 oranında görülmesine karşın, refah seviyesi daha yüksek Danimarka'da bu oranın yüz binde 326 olduğunun anlatıldığı anlaşılmaktadır. Üstelik aynı haberde Danimarka'da meme kanserinin yüksek oranda gözükmesinin, bu ülkedeki sigara ve alkol tüketiminin çok yüksek oranlarda olması ile bağlantılı olduğuna dikkat çekilmektedir. Yani hastalık zenginlikten değil, kötü alışkanlıklar sebebiyle daha yüksek oranlarda görülmektedir.

Söz alkolden açılmışken bir de, "Günde birden fazlası kanser yapıyor. Günde bir biradan fazla tüketmenin bazı kanser türlerine yakalanma riskini ciddi oranda artırdığı ortaya kondu." başlıklı haberi analiz edelim. Habere başlık olarak seçilen "Günde birden fazlası kanser yapıyor." cümlesi, günde bir bira içmenin sakıncalı olmadığı intibaını vermektedir. Hâlbuki bu yazıda, İngiltere'de 2008 yılında görülen 300 bin kanser vakasından 13 bininin aşırı alkol tüketiminden kaynaklandığı bildirilmekte ve İngiltere Sağlık Bakanlığı'nın alkolle mücadelesi anlatılmaktadır. Burada belirtilmek istenen, alkol tüketimi arttıkça kansere yakalanma riskinin de arttığıdır. Yoksa az alkol tüketiminin sağlığı bozmadığı değildir. Unutulmaması gereken bir nokta da, alkolün kanser yapıcı hususiyeti, sinir sistemi ve karaciğer üzerine olan tesirleri yanında çok daha az önem taşımaktadır.

Son olarak, "Meme kanserinde ameliyat tarihe karışıyor." başlıklı habere göz atalım. Bu manşet ve altındaki yazı hakkında ne söyleyebileceğimi ben de şaşırmış durumdayım. Yazıda, memenin süt kanallarında görülen intraduktal papilloma denen iyi huylu tümörün bir çeşit endoskopi ile tanınabildiği ve bu sırada tedavi de edilebildiği anlatılmaktadır. Bir defa, bu hastalık kanser değildir. İkincisi iyi ve kötü huylu meme kanseri, tümörlerin sadece % 2 kadarını oluşturmaktadır. Bunların ötesinde endoskopi bir teşhis yöntemidir. Şimdi şunu sormak gerekiyor: Gerçekten meme kanseri olan ve ameliyat için bekleyen hastalar, bu haberi okuduktan sonra ameliyattan vazgeçer veya ameliyatlarını ertelerse, hastalığın tedavisi mümkün olmayacak derece ilerlemesinin mesulü kim olur? Yukarıda verilen haberler, mübalağa sanatının tıp alanında da ustalıkla kullanıldığına ve ilmî çalışmaların çarpıtılarak halka aktarıldığına dâir çarpıcı misâllerdir. 

İlmî verilerin farklı yorumlanması
Sağlık alanında çalışan bilim insanlarının, lâboratuvar ortamında yaptıkları çalışmaları nasıl farklı yorumlayabileceklerine dâir çarpıcı bir örnek, tıp tarihinde Cantekin hâdisesi olarak anlatılır: Amerika Birleşik Devletleri'nde bir üniversite hastanesinde akıntılı orta kulak iltihabı üzerine amoksisilinin (antibiyotik) tesirini araştırmak üzere bir çalışma başlatılır. Dr. Erdem Cantekin bu projede yer alan bir bilim adamıdır. Çalışmada toplanan verilerin değerlendirilmesi ve yorumlanması noktasında, araştırma ekibi ikiye bölünür. Cantekin'in içinde bulunduğu grup, amoksisilinin bu hastalığın tedavisinde önemli derecede bir tesir göstermediğine; diğer grup ise, tesirli olduğuna hükmetmiştir. Her iki gurup da aynı çalışmayı farklı yorumlayarak Amerika'nın saygın tıp dergilerinden NEJM'e gönderir. Derginin editörü, aynı çalışmadan iki farklı netice çıkamayacağını söyleyerek her iki grupla görüşür. Çalışmadan sorumlu kişinin diğer gurupta olmasından dolayı, 1987 yılında antibiyotiğin tesirli olduğunu belirten makale yayımlanır. Dr. Cantekin mücadelesini bırakmaz, kendi görüşlerini ihtiva eden makaleyi aynı yıl yine saygın tıp dergilerinden birine (JAMA) gönderir. Beş yıllık bir mücadele sonrasında haklılığını anlatabilir ve makalesi 1991 yılında JAMA dergisinde editörün uzun bir açıklaması ile birlikte yayımlanır. Klinikte karar verme ve tercihler bu tür yayınların ışığında yapıldığından, muhtemel neticeler son derece önemlidir. Meselâ Cantekin'in vardığı netice doğru ise, bütün dünyada milyonlarca kutu ilâç, gereksiz yere kullanılmış demektir. Bu hâdise, ilmî çalışmalar üzerinde ve neticelerinin yazılmasında ilâç firmalarının ne derece tesirli olabilecekleri konusunda şüpheler uyandırmıştır.

Peki, bütün bunları neden konuştuk evlâdım. Hiç düşündün mü? Faydalı ve doğru olan sağlık bilgisiyle, faydasız ve doğru olmayanı birbirinden ayırt etmemiz için... Zîrâ her alanda rehberimiz Efendimiz Hazreti Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem): "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." buyurmuştur. O hâlde, "Sağlıkla alâkalı haberler medyada ne şekilde yer almalıdır?" sorusu son derece önemlidir. Çünkü mübalağa sanatı kullanılarak yapılan farklı yorum ve çıkarımlar, hem bilginin sıhhatine zarar veriyor hem de doktor-hasta arasındaki iletişimi ve güveni sarsabilme potansiyeli taşıyor. Verdiğimiz misâllerden de anlaşılacağı üzere, hastalar ve genel olarak toplum, haberleri yanlış anlayabilir, bu ise ciddi neticelere yol açabilir.

Düşünüyorum da televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde ve dergilerde yer alan sağlık haberleri kimin ne işine yarıyor. Sürekli hastalıklardan, teşhis ve tedavi metotlarından bahsedilmesi, gerçekten de hastalara fayda sağlıyor mu? Yoksa bu haberler ilgi çekmek, izleyici toplamak, hastaları belirli yerlere yönlendirmek gibi maksatlarla mı yapılıyor? Aslında Sağlık Bakanlığı ve Tıbbî Dernekler internet sayfalarında hastalıklara yönelik hazırlayacakları bilgileri halkın kullanımına sunabilirler. Tıbbî bilgilere ihtiyaçları olanlar da on binlerce hastalık arasından ilgilendikleri hastalığı seçerek güvenli bilgilere ulaşabilirler. Medya ise; koruyucu hekimlik, temizlik, çevre, beslenme, hamilelik, bebek bakımı, aşılar ve genel hijyen konularını işleyerek daha faydalı işler yapabilir. Bu sayede de daha çok insan, kendilerine daha faydalı olacak bilgileri öğrenme fırsatı bulabilir.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/saglik-haberleri-ne-kadar-saglikli-eylul-2012.html

Türk anneler itaatkâr, Avrupalı anneler bağımsız çocuk yetiştiriyor


Yaşar Üniversitesi (YÜ) Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif Durgel Jagtap, Hollanda'da tamamladığı doktora teziyle kültürler arası bir araştırmaya imza attı. Türk, Alman ve Hollandalı annelerin çocuk yetiştirme davranışlarını inceleyen Jagtap, Türk annelerin itaatkâr, Avrupalı annelerinse bağımsız fertler yetiştirdiğini söyledi.
Yrd. Doç. Dr. Jagtap, Tilburg Üniversitesi'nde yaptığı araştırmada 3-6 yaş grubu çocuk sahibi bine yakın Türk, Alman ve Hollandalı annenin yetiştirme davranışlarını inceledi. Dört yıllık araştırması için Hollanda Eğitim Bakanlığı'ndan mali destek gören Jagtap, Almanya ve Holanda'da yaşayan Türk göçmen ve Avrupalı annelerin yanısıra İstanbul'daki Türk annelerle birebir görüştü. Görüşmeler Almanya'da Bochum, Hollanda'da Tilburg, Eindhoven, Rotterdam ve Amsterdam şehirlerinde yapıldı. Annelere, "Nasıl bir birey yetiştirmek istiyorsunuz?", "Çocuğunuzdan beklentileriniz neler?", "Kültürünüzü ne kadar koruyorsunuz?", "Yabancı uyruklu anneleri nasıl buluyorsunuz?" gibi sorular yönelten Jagtap, böylece Türk ve yabancı annelerin çocuk yetiştirmede gösterdikleri davranış farklılıklarını ortaya koydu.
'TÜRKLERDE SAYGI ŞART'
Elif Durgel Jagtap, araştırmasında şu farklılıkları saptadığını söyledi: "Türk anneler, çocuklarının aileyle yakın ilişkileri olan, terbiyeli, büyüklerine saygılı ve itaatkâr birer yetişkin olarak büyümesini, Alman ve Hollandalı annelerden daha çok önemsiyor. Oysa Hollandalı ve Alman anneler, çocuklarının sağlıklı ve mutlu, kendi ayakları üzerinde durabilen, özerk ve bağımsız bir kişilik geliştirebilen bireyler olarak gelişmesini ön plana çıkarıyor. Öte yandan Türk göçmen anneler de kendi arasında, Almanya da Hollanda kültürünü benimsemelerine göre farklılıklar gösteriyor. İçinde yaşadıkları Avrupa kültürüyle bütünleşmiş Türk annelerin daha çok özerklik vurgusu yaptığını görüyoruz.
'KURALCILIK GARİPSENİYOR'
Türk annelerin, yabancı anneleri kimi zaman gaddar bulduğunu da belirten Yrd. Doç. Dr. Jagtap, "İki grup annenin birbirlerine bakış açısı çok farklı. Türk anneleri, yabancı anneleri çok kuralcı ve gaddar buluyor. Küçük çocuklarını odalarında yalnız bırakmalarını çok garipsiyorlar. Yabancı anneler ise Türk anneleri gereğinden fazla yumuşak buluyor." dedi.
TÜRK VE AVRUPALI ANNELERİ AYIRAN DİKKAT ÇEKİCİ ÖZELLİKLER
Türk anneler Avrupalı anneler
Çocuk itaatkâr yetiştirmeli Çocuk özgür yetişmeli
Şefkatli anne Kuralcı anne
Son söz ailede Son söz kişide...
http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_turk-anneler-itaatkar-avrupali-anneler-bagimsiz-cocuk-yetistiriyor_2056435.html