Popüler Yayınlar

28 Eylül 2012 Cuma

Çocuklarımıza karşı vazifelerimiz


Evet, her çocuk ortama göre şekillenir ve bir manada o, ortamın çocuğu sayılır. Unsurların başında yuva gelir. İkinci olarak mektep, üçüncü olarak arkadaş ve dost çevresi ve dördüncü olarak da ders ve mütalâa arkadaşlığı gelir.

Siz çocuğun gezip-tozacağı ortamları iyi belirleyememiş, onun insiyaklarını bu istikamette geliştirememiş iseniz, çocuğunuzun bir gün mutlaka herhangi bir virüs kapması kaçınılmazdır. Evet, bu çocuk, ortam bozuk olduğu takdirde bir gün kat'iyen bozulacaktır. Onun için vasatı, hanenizden başlamak suretiyle, yolun her menzilinde ve hayatın her ünitesinde çocuğunuzun mükemmel yetişmesine müsait hâle getirmelisiniz; çünkü olan olduktan sonra zamanı geriye işletip durumu düzeltmemiz mümkün değildir.

Haram lokma yedirmeme

Çocuğun, anne karnındaki teşekkülünün ilk döneminden başlayarak onun helâl ve meşru rızıkla beslenmesi de fevkalâde önemlidir. Damarlarınızdaki bir parça haram ya da şu veya bu şekilde elde ettiğiniz şüpheli bir nesne o çocuğun muvakkat veya müebbet kayma sebeplerinden biri olabilir.

Kem nazarlara karşı koruma

Çocuk dünyaya geldikten sonra, gıdasına, bakımına, görümüne dikkat ettiğimiz gibi, onun kem ve hain nazarlardan korunması da çok önemlidir.

Meselâ, duyguları kirli, düşünceleri kirli, tavırları kirli, sözleri kirli, mücrim ve günahkâr gözlerin ifraz ettiği şerarelerle, o çocuğun ince bir kısım duygularının dumura uğrayabileceği mutlaka hesaba katılmalıdır.

Aile ortamını düzenleme

Çocuk daha iki-üç yaşındayken ağzından çıkan ilk sözün tabii olanı 'anne-baba', iradisi de 'Allah' olmalıdır. Çünkü Allah Evvel'dir, Allah Ezelî'dir, Allah Ebedî'dir. Sonra bu esaslı atkı üzerine diğer şeyler bina edilecek, yaşına ve idrak ufkuna göre vatan, toprak, bayrak, hürriyet, istiklâl vb. terimler de bunun etrafında örgülenecektir.

Şayet, çocuk ilköğretimde okuyorsa ona göre malumat verilecek. Lisede okuyor, felsefe ve sosyal bilimler, içtimai bilimlerle iştigal ediyorsa, o seviyenin malzeme ve materyaliyle takviye edilecektir. Bir evde, Allah denilip rükûa ve secdeye gidiliyor, Allah denildiğinde ayakların bağı çözülüyorsa çocuğun ilk kelimesinin 'Allah' olması da kolaylaşacaktır. Çünkü böyle bir evde her şey yörüngesinde sayılır.

Muhabbetin dozunu ayarlama

Cenâb-ı Hak, bir çocuk ihsan edince, bütün kalbimizle ve sınırsız bir muhabbetle ona yönelerek -hâşâ ve kellâ- Allah'ı sevme ölçüsünde bir alâka ifratına da girmemeliyiz.

Allah nazarında bu, bir nevi şirk sayılabilir. Evet, doğrudan doğruya evlât sevgisine dalıp Allah'ı unutmanın büyük bir yanlış olduğu şüphesizdir. Ayrıca, bir yönüyle çocuğa karşı sizi böyle hesapsız hareketlere sevk edecek derecede bir sevgi de zararlıdır. İşte Allah nezdinde yasaklanan sevgi de bu olsa gerek. Allah'a karşı göstereceğiniz muhabbeti, herhangi bir fâniye tevcih ettiğinizde o sevgi bazen gayretullaha dokunabilir.

Evet, şu hususlardan ötürü sevgide i'tidal çok önemlidir:

Gönüllerin sultanı Allah (cc)'tır. Gönülde O'nun muhabbetinin yerini hiçbir muhabbet almamalıdır.

Kat'iyen bilmeliyiz ki bu yavru, Allah'ın bize bir emanetidir. Bizim o yavruya duyduğumuz sevgi ve alâka, o emanetin bakım ve görümü için verilmiş bir avans ve bir teşvik primidir. Evet, sizin o yavruya karşı sevginiz, sadece Rahman ve Rahîm olan Allah'ın bir hediyesidir ve Allah'ın size tevdi ettiği o emanete kusursuz bakmanız için verilmiştir.

Güzel örnek olma

Yetiştirme durumunda olduğumuz çocuklarımıza karşı duygularımız, düşüncelerimiz, sözlerimiz, kalbî hayatımız, davranışlarımız hep örnek olma hedefine bağlanmalıdır. Evet, onların mükemmel şekilde yetişmesini istiyorsak, bu hususa fevkalâde dikkat etmek zorundayız. Meselâ, onların namaz kılmalarını arzu ediyorsak, namazı gözlerinin önünde kemâl-i ihtimam ile eda etmeli, Allah'a karşı edebin sınırları konusunda tavrımızı ortaya koymalıyız. Hep doğru söylemeli ve yalandan uzak olmalıyız. Onların uygunsuz söz söylemelerini arzu etmiyorsak, o evin içinde, uygunsuz hiçbir söz söylenmemeli ve onların hafıza lûgatlarına uygunsuz kelimeler kat'iyen yazılmamalıdır.

Kur'ân-ı Kerim okumalarını, Kur'ân'ın hakikatlerine aşina olmalarını istiyorsak, o evin içinde sabah akşam, hem de onların duyacağı şekilde Kur'ân müzakere etmeli, Kur'ân'ın o muallâ mevkiine ihtiram göstermeliyiz ki, onları çelişkiye itmeyelim.

Çocuklara kadirşinaslık hissi ve Allah sevgisi kazandırma

Bilindiği üzere çocuk, belli bir seviyeye kadar ibadet ü taatle mükellef değildir. Binaenaleyh o, bu dönemde namazında, orucunda ve sair dinî vecibelerinde yaptığı kusurlardan ötürü tedip edilmez; edilmemeli ve hele asla itap görmemelidir.

Ancak, şu da bilinmelidir ki, henüz mükellef olmadığı bu devrede, ona anlattığımız şeylerin hiçbirisi, ömür boyu onun hatırından, kafasından, kalbinden çıkmayacaktır. Onlara karşı kadirşinaslığımız da bu ölçüde pekiştirilmesi gereken bir husustur. Evet, çocuklarımızın kadirşinas olmalarına dikkat etmemiz çok önemlidir. Onlar, kendilerine gelen ihsanları bilmeli, nimet karşısında Allah'a da, insanlara da mutlaka teşekkür etmelidirler. Kadirşinaslık hissi, sonraları daha da derinleşerek Allah'ın (cc) nimetleri karşısında O'nu, hep hamd ü sena eden biri ve insanlardan gördüğü iyilikler karşısında da müteşekkir biri hâline getirecektir.

1 - Çocuklarımızın mükemmel yetiştirilebilmesi için ortamın da mükemmel olması şarttır. Evet, her çocuk ortama göre şekillenir ve bir manada o, ortamın çocuğu sayılır.

2 - Bir evde, Allah denilip rükûa ve secdeye gidiliyorsa, çocuğun ilk kelimesinin 'Allah' olması da kolaylaşacaktır. Çünkü böyle bir evde her şey yörüngesinde sayılır.


[KÜRSÜ]

23 Eylül 2012 Pazar

Efendimiz'e hakarete öyle bir cevap verdi ki...


Peygamberimiz'e hakaret krizini Abdülhamid nasıl çözerdi?

Peygamber Efendimiz'e (sas) hakaret eden filmin fragmanının YouTube'dan yayınlanmasının ardından başlayan protesto gösterileri İslam dünyasını olduğu kadar -aynı derecede olmamakla birlikte- Türkiye'deki Müslümanları da sarmış durumda.

Daha önce de Danimarka'da bir karikatür krizi yaşandığını hatırlıyoruz. Demek ki, Batı zihniyetinin İslam'la ve değerleriyle mücadelesi devam ediyor. Mesela 'Niçin onca Müslüman'ın yaşadığı Çin'de İslam'a hakaret etmek için gayretkeşlik gösterenler çıkmıyor?' sorusu yeterince anlamlıdır.

Ancak tepkilerimizi illa birilerini öldürerek mi göstermek zorundayız? Bir milyarı aşkın nüfusa malik olan İslam dünyasının dünya siyasetinde, hele ABD yönetimi üzerinde uygulayacağı baskı bu zavallılıklardan mı ibarettir? Kaldırmakla pek bir iftihar ettiğimiz Halife olsaydı böyle mi olurdu?

İslam dünyasının modern zamanlarda gördüğü "tek Halife" olan Abdülhamid-i Sani hazretlerinin Avrupa'daki densizlere derslerini nasıl verdiğini hatırlamanın tam sırasıdır. Fazla tantana etmeden, diplomatik ve siyasî kanalları sonuna kadar zorlayarak iş gören Abdülhamid bakın kendi zamanında çıkan hakaret krizlerini nasıl sessiz sedasız halletmiş.

Yıl: 1890. Fransız oyun yazarı Henri de Bornier, "Muhammed" (1888) adlı bir dram kaleme almış olup sahneye aktarılmak üzeredir. Üstelik sahnede bir aktör Hz. Peygamber'i oynayacaktır! Bu ne cür'ettir!Oyunun Efendimiz'in manevî şahsiyetini, dolayısıyla İslam dinini ve Müslümanları küçük düşüren hakaretamiz bölümler ihtiva ettiği haberleri Abdülhamid'i "Halife-i Müslimîn" sorumluluğuyla derhal harekete geçirecek ve yalnız o tiyatroda değil, bütün Fransa'da sahnelenmesini engelleyecektir.

Nasıl mı? Fransa Cumhurbaşkanı Sadi Carnot'ya Paris Büyükelçisi Salih Münir Paşa eliyle haber uçurarak. Bu kadarı yetmiştir oyunun yasaklanması için. Bakanlar Kurulu'nun özel kararıyla yasaklanmasından sonra Carnot'ya şahsen teşekkür eden Abdülhamid, "Müslüman tebanızın hislerini yaralamaktan başka bir işe yaramayacak bir oyunla ilgili aldıkları "akıllıca karar"ı kutlamış, hatta Cumhurbaşkanı'nı bir adet İmtiyaz Nişanı'yla ödüllendirmişti. (R.J.Goldstein, The Frightful Stage, Berghahn Books, 2011, s. 107-108.)

Zira "Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselam hazretlerinin nâm-ı kudsiyelerine karşı tertip olunan oyuna dair" başlığıyla gönderdiği mektupta Fransa'nın İstanbul Büyükelçisi Kont Montbella aracılığıyla Fransa hükümetine sert uyarılarda bulunan Abdülhamid, oyunun sahneye konulması halinde Osmanlı-Fransız ilişkilerinin biteceği ültimatomunu vermişti.

Ancak yazar, pespaye videonun yönetmeninden daha inatçı çıkmıştı; işin peşini bırakmaya niyetli değildi. Bu defa eserini Abdülhamid'in diş geçiremeyeceğini tahmin ettiği İngiltere'de oynatmak için girişimde bulunur. Bir tür devlet tiyatrosu olan Lyceum Kraliyet Tiyatrosu'nda oynanması kararlaştırılmasına rağmen,Abdülhamid bu defa bizzat İngiltere'nin ılımlı Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'yi devreye sokarak piyesin yalnız o tiyatroda değil, "bütün İngiltere'de" yasaklanmasını sağlamıştır (Ziyad Ebuzziya, Türk Edebiyatı, Nisan 1986).

3 yıl geçmiş, Lord Salisbury gitmiş, yerine, İslamiyet'e daha mesafeli duran Roserbery oturmuştur. Bu değişiklikten cesaret bulan de Bornier yeniden atağa kalkar ve bir başka Londra tiyatrosuyla anlaşır. Ancak bu defa da eserini sahneye koydurmayı başaramayacak, velhasıl Abdülhamid'in mahir diplomasisi, bu mel'anetin icrasına müsaade etmeyecektir.

Nitekim 1900 yılında Paris'te oynanmak istenen "Muhammed'in Cenneti" adlı bir piyesin ancak ismi ve muhtevası tamamen değiştirilerek sahneye konulur hale getirilmesi de diplomatik girişimlerinin eseridir. Bir başka belgeden, 1894'te Amsterdam'da Mozart'ın "Saraydan Kız Kaçırma" operasının sahnelenmesine de engel olduğunu öğreniyoruz.

Roma'da oynatılmak istenen Fatih Sultan Mehmed hakkındaki hakaret içeren bir piyes de Abdülhamid'in girişimleriyle yasaklatılmıştır. İşin ilginç yanı, Sultan'ın kendi gücünün yetmediği durumda dostu Alman İmparatoru II. Wilhelm'i devreye sokarak bunu başarmasıdır. Yasaklama olayını haber veren 15 Nisan 1890 tarihli bir İtalyan gazetesinde şu satırlar yer almaktaydı:

"Bu dramın sahneleneceği haberi üzerine, Sultan [Abdülhamid adeta], kendisine, bir Rus filosunun Boğaziçi'ne doğru hareket halinde bulunduğu bildirilmiş gibi, heyecana kapıldı.İmparator Wilhelm de [konuyla] ilgilenmiş göründü."

Hatta 1893 yılında ABD'de sahneye konulan ve İslam Peygamberi'nin hayatını olduğundan farklı yansıtan "Muhammed" adlı tiyatro oyununu, Elçi Alexander W. Terrell ile yaptığı özel görüşmeden sonra hem de federal hükümetin yetkisi dahilinde olmamasına rağmen, bizzat ABD Başkanı Cleveland'ın girişimleriyle sahneden kaldırtmayı başarmıştır.

Abdülhamid Han'ın sevgili Peygamberine, İslamiyet'e ve ecdâdına yönelik küçük düşürücü tavırlara karşı,güçlü Batılı devletleri karşısına alma pahasına müsamahasız, tavizsiz ve kararlı tutumu kısa sürede etkisini göstermiş ve tiyatrolar artık İslamiyet'le ilgili eserleri repertuarlarına alırken daha bir titizlikle seçer olmuşlardır.

Sonuçta gerek Fransa'da, gerekse İngiltere ve İtalya'da, hatta o sırada İngiliz işgali altında bulunan Hindistan'da Peygamber Efendimiz ve Osmanlı padişahlarına yönelik bu tür hakaretâmiz ifadeler içeren eserlerin sahnelenmemesi yolunda makul bir gelenek oluşmuştur. Nitekim devrin Avrupalı bürokratlarının Osmanlı'nın bu hassasiyetini dikkate almak zorunda kaldıklarını ve basını zaman zaman uyardıklarını görüyoruz. Bu da Abdülhamid'in halifelikten gelen iktidar ve nüfuzunun sadece içeride ve sadece İslam âleminde değil, Avrupa'da da sanılandan daha etkili olduğunu gösteriyor. Bir piyes için koca Alman İmparatoru II. Wilhelm'i bile devreye soktuğuna bakılırsa onun bu işleri ne kadar ciddiye aldığı ve aldırdığı rahatlıkla anlaşılır.

Maalesef II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra ne halifelik silahını ateşlemeden kullanacak "beyaz diplomasi" ortada kalmıştır, ne de Osmanlılık ve halifelikten gelen uluslararası itibar ve nüfuzumuz. Bugün protestolarımızın hal-i pür-melaline bakınca Sultan'ın "Beyaz Diplomasi" tekniğini üniversitelerimizde bir ders olarak okutmak gerektiği ortaya çıkıyor. "Hamidoloji" başlıyor, üniversitelerimiz hazır mı? 

Mustafa Armağan - Zaman