Popüler Yayınlar

14 Nisan 2012 Cumartesi

İnsan Denen Meçhul -38 (Biyolojik Saat, Uyku, Büyüme ve Metabolizma Dengesinde Epifiz ve Tiroid Hormonları)


Mükemmel bir sanat eseri olarak yaratılan insan bedeninin orkestra gibi âhenkli işleyişinde hipotalamus ve hipofizi orkestra şefi kabul edersek, diğer iç salgı bezlerini icra edilen konsere katkıda bulunan ayrı birer enstrüman şeklinde değerlendirebiliriz. Bunların hiçbirinden vazgeçemeyiz. Çok göze batmayan ve varlıklardaki hikmetli/gâyeli yaratılışı anlamayan evrimcilerce bir zamanlar 'körelmiş organ' olarak görülen epifiz bezi, beynin üst kısmında bulunan önemli bir iç salgı bezidir. Uzunluğu 5-8 mm, kalınlığı 3-5 mm, ağırlığı da 150 mg olan epifizin en iyi bilinen hormonu melatonindir. Melatonin salgısının tanecikleri 100 nm çapındadır.

Melatonin hormonu beyinde, karanlıkta salgılanan bir hormondur. Gece salgılanır, gündüz ise salgılanmaz. Akşam saat 21.00'den sonra salgılanmaya başlayan bu hormonun salgılanma hızı gece 02.00-04.00 arası en yüksek seviyeye çıkar (130,3 µg/l); sabah saat 07.00'de ise, azalır. Melatonin bu sebepten gece uyku getirir, sabah ise uyanmaya katkıda bulunur. Gece uzunluğuna paralel olarak melatonin salgısı da artar. Işıkta melatonin salgısı azalır, öğlen 13.00 sıralarında en aza iner (9,3 µg/l).

Vücudumuzun günlük faaliyetlerinin gece uzunluğuna ve gün ışığına göre ayarlanmasıyla vazifelendirilmiş bu hormon, jetlag denen hâdisenin de sebebidir. Antioksidan maddelerin tesirlerini güçlendirdiği, kanserli hücrelere karşı koruma sağladığı düşünülen melatonin, üreme sistemiyle bağlantısının yanında yorgunluk, isteksizlik gibi hâllerin sebepleri arasında da zikredilmektedir.

Lösemili ve kanserli çocuklar üzerine yapılan araştırmalar, bu hastalıkların, çocukların gece geç saatlere kadar uyumamalarıyla veya ışıkta uyumalarıyla bağlantılı olduğunu göstermiştir. Bunun üzerine ailelere çocuklarını karanlık ortamlarda yatırmaları tavsiye edilmiştir. Melatoninin güçlü salgılanmasının yaşlanmayı geciktirmeye ve kansere karşı korunmaya vesile olduğu bilinmektedir. Hormon salgısını takip etmek için uyutulan kişilerin, karanlıkta yoğun olarak salgılanan hormonlarının ışık açıldığında azaldığı tespit edilmiştir.

Metabolizmanın işleyişinde temel bir salgı bezi tiroid
Vücudun en temel metabolik faaliyetlerinin kontrolü, boğaza yerleştirilen 20-30 gramlık tiroid bezine verilmiştir. Kelebek kanadı gibi iki parçadan ibaret olan tiroidin kanatlarının uzunluğu 5-7 cm, genişliği 3 cm, kalınlığı da 2 cm'dir. Bir tiroid bezinde, asıl salgıyı yapan follikül adı verilen keseciklerden üç milyon kadar bulunur. Bu keseciklerin her birinin çapı 0,1-0,5 mm'dir. Bu keseciklerde on ay yetecek kadar tiroid hormonu (T3 ve T4) depo edilmiştir. Tiroid bezi keseciklerinde sentezlenen tyroglobin adı verilen salgı küreciklerinin her birinin molekül ağırlığı 660.000'dir. Bu kürecikler iki alt birimden yapılmıştır. Ünitesi 6.000 aminoasit ile 144 tyrosil molekülünün bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bu molekül birliklerinde, özel konuma yerleştirilmiş 20 iyot atomu vardır. 

Tiroid bezi tarafından üretilen ve salgılanan hormonlar; tiroksin (T4), triiyodotironin (T3) ve kalsitonindir. T3 ve T4 hormonları tiroid bezinde tyroglobulin adı verilen bir madde içinde depolanır. Bu hormonlar tiroid uyarıcı hormonun tesiriyle bu maddenin içinden çıkarak kana geçer. Vücudun her bölgesinden hipotalamusa gelen sinyallere göre salgılanan tiroid salgılatıcı faktör ile tiroid hormonlarının kana ne kadar geçmesi gerektiği belirlenir. Hipofizden salgılanan tiroid uyarıcı hormon 10 saniye içinde tiroide ulaştırılır. Bu hormonların salgılanması için, Tiroid epitelinde hormonun depo formu olan tyroglobulinlerin ortaya çıkması 5-15 dakikada gerçekleşir. T4 hormonu T3'ten çok daha fazla (10/1 nispetinde) salgılanmasına rağmen, kanda ve dokularda T3 hormonuna dönüşür ve hemen bütün tiroid hormonu fonksiyonları temelde T3 tarafından gerçekleştirilir. Kandaki T3/T4 1/100 nispetindedir. Hormonların kanda görünmesi için, 20 dakikadan daha fazla süre geçmesi gerekir. Kandaki toplam Tiroksin yoğunluğu 100 µg/l olup, bunun % 99,97'si proteinlere bağlıdır. Bu kısım biyolojik açıdan tesirli değildir. Biyolojik bakımdan asıl tesirli olan kalan % 0,03'lük kısımdır. Bunun miktarı da bir litrede 0,8-2 ng'dır. Triiyodotironin'in kandaki yoğunluğu 1 µg/l olup, aynı şekilde bunun da %99,7'si proteinlere bağlı olarak tesirsiz vaziyette beklemektedir, % 0,3'ü ise serbest ve tesirli durumdadır. Bunun miktarı litrede 0,25-0,6 ng'dır. Diğer bir tabirle kandaki 10.000 molekülden dört tanesi aktif olarak iş yaparken, 9996'sı depolanmış vaziyette hazır bekletilmektedir. Hormonları kanda bağlı ve tesirsiz vaziyette tutan proteinlerin % 60'ı globin, % 30'u prealbumin, % 10'u da albumindir. Bu miktarlar çok hassas bir şekilde ayarlanmaktadır. Kandaki serbest olan kısım kullanıldıkça proteinlere bağlı olanlar serbestleşerek aktif hâle geçmekte, bunların yeri de bezden salınan yeni moleküllerle doldurulmaktadır. Bu hassas hesabı akılsız moleküllerin matematik bilgisine verebilir miyiz? 

Tiroksinin kanda yarılanma ömrü yedi gün civarındayken, triiyodotironinlerin kanda kaybolma süreci bir-iki gündür. Kanda azalan tiroid hormonlarının üretimle yerlerini almaları 24 saat içinde gerçekleşir. Günlük 140 µg tiroid hormonları ihtiyacının 100 µg'ı trioksin (T4), 40 µg'ı ise triiyodotironin (T3) olarak karşılanır. Tiroid bezinin günde 10 µg/l'den daha az salgı yapması durumunda, yetersiz fonksiyon gördüğü kabul edilir. 

Tiroid bezindeki toplam iyot miktarı 5.000-7.000 µg'dır. İnsanın günlük ihtiyacı ise 100-200 µg arasında değişir. Hamilelerde bu ihtiyaç 200 µg'dan daha fazladır. Günlük bir çay kaşığı (yaklaşık 5 g.) iyotlu tuz bu ihtiyacı rahatlıkla karşılayabilmektedir. Bir kilogram iyotlu sofra tuzunda 25-50 mg iyot bulunmaktadır. Kan plasmasındaki inorganik iyot konsantrasyonu normal olarak 2-10 µg/l'dir. Her gün dışkı ile 10 µg, idrarla da 150 µg iyot vücudumuzdan atılır. 

Tiroid hormonları vücudun hemen her hücresinin fonksiyonu için gereklidir. Bunlar ister diğer hormonların yapımı olsun, ister hücre büyümesi ve çoğalması olsun metabolizmanın normal işlemesi açısından vazgeçilmezdir. Bu hormonlar, hücre seviyesinde enerji metabolizmasının düzenlenmesinde büyümenin kontrolünde, dokuların farklılaşması ve gelişmesinde, organizmadaki biyo-kimyevî münasebetlerin istikrarında önemli rol oynar. Genel olarak metabolik hızı, oksijen tüketimini ve ısı üretimini artırıcı tesir yaparlar. Bu hormonlar, çocukların fizikî ve zihnî gelişmelerinin normal olabilmesi için oldukça gereklidir. Yeterli miktarda hormon üretilebilmesi için, besinler aracılığı ile dışarıdan iyot alınması gerekmektedir. 

Tiroid bezi, tiroid hormonlarından başka, kalsiyum metabolizmasında rolü olan kalsitonin hormonu da salgılar. Tiroid bezindeki follikülleri teşkil eden hücrelerden 3-5 tanesi özel C hücreleridir ve bunlar tanecik büyüklüğü 200-300 nm olan kalsitonin salgısı üretir. Bu salgı molekülleri 32 aminoasitten yapılmış ve 3.700 molekül ağırlığındadır.

Aşırı tiroid hormonu salgılanmasına hipertiroidizm denir. Bu durum kendini zayıflama, sinirlilik, taşikardi (kalb hızının normalden fazla olması), ellerde titreme, sıcağa dayanıksızlık, kaslarda güçsüzlük, uykusuzluk, yorgunluk, ishal gibi belirtilerle gösterir. Tiroid hormonlarının yetersiz salgılanmasına ise hipotiroidizm denmektedir. Bu durum da kendini öncekinin aksine; şişmanlık, uyuşukluk, soğuğa karşı hassasiyet artışı, aşırı uyku hâli, kas tembelliği, bradikardi (kalb hızının normalden düşük olması) zihnî tembellik, saç uzamasında duraklama gibi belirtilerle gösterir. Ancak hastalıklar dışında normal insanlarda hipotalamus, hipofiz ve tiroid arasında karşılıklı olarak o kadar mükemmel bir haberleşme, geri bildirim ve sentezi başlatıp durdurma mekanizması vardır ki, bu sayede vücuttaki metabolik ve biyokimyevî faaliyetler aksamadan hassas bir denge içinde yürütülmektedir. Herhangi bir üretim safhasındaki eksiklik veya fazlalık hemen önceki süreçlerin belirli bir noktasındaki kontrol merkezi konumundaki molekül grubuna bildirilir ve buna göre üretim kısılır veya artırılır. Bu kontrol mekanizmasını ne sadece iradesiz bezlere, ne akılsız hücrelere ne de şuursuz moleküllere verilebilir. 

Tiroid hormonları ile hipofizden salınan büyüme hormonları çok mükemmel bir dayanışma içinde vücudun dengeli bir şekilde büyütülmesi için işbirliği yapar. Büyüme hormonu, hücrelerin bölünme sayısını ve miktarını belirler; fakat bu gelişigüzel bir süreç olmayıp hassas bir plânlama gerektirir. Bölünme hızı iyi ayarlanmasaydı organlar estetik bir uyumdan mahrum olurdu. Kollar, bacaklar, kafa ve gövdenin birbiriyle estetik bir uyum içinde büyütülmesi tiroksin hormonunun dengeli salgılanmasıyla mümkündür. 

Tiroksin molekülleri her bir hücreyi, hangi hızda bölünmeleri gerektiği hususunda uyarmasaydı, organlar son derece orantısız gelişir ve insanlar hilkât garibesi, zekâ bakımından da geri varlıklar olurdu. Vücuttaki kusursuzluğu, estetiği, güzellik ve plânı; akıl, şuur ve iradeden mahrum büyüme ve tiroksin hormonu moleküllerine verebilir miyiz? Evet, sahnede bu moleküller görünüyor; ama onları şaşırmadan hassas bir şekilde vazifelerine koşturan kimdir? 

Tiroid hormonlarının metabolizma düzenlemeleri gıdaların hızlı veya yavaş yakılma süreçlerini ayarlama ile yapılır ve vücudun bütün faaliyetleri neticesinde bir ısı açığa çıkar. 100 trilyon hücrenin faaliyeti neticesinde de vücudun toplam ısısı ortaya çıkar. Bu mikro fırınların her birinin ne kadar ısı vermesi gerektiğinin düzenlenmesinde vazife alanlar da mu'cizevî tiroksin hormonlarıdır. Hücrenin ne kadar ısı yayması gerektiği, çalışma metabolizmasına nasıl tesir edileceği ve gerektiğinde ısının nasıl artırılacağı gibi birçok kompleks süreci bu moleküllerin bildiğini kim söyleyebilir? 

Prof.Dr. Arif SARSILMAZ 

12 Nisan 2012 Perşembe

EKSI10 ILE AMERIKAY'I FARKLI KESFEDIN

Türkiye'de oynadığı popüler bir dizi karekteri ile yüzü herkes tarafından tanınan, ama aslında Hollywood'da çalışmalarını… 


9 Nisan 2012 Pazartesi

İnsanı Yalnızlığa İten Sebepler


Yalnızlık duygusu, insanın en derin korkularından biridir. Bu duyguyu yaşayan kişi, kendisini zayıf, güçsüz, işe yaramaz, desteksiz, bitkin ve gayesiz hisseder. İnsanı yakınlarından ve toplumdan koparan bu psikolojik hâl, tehlikeli hastalıklara sebep olabildiği gibi, zamanla kişinin bıkkınlığını ve ümitsizliğini artırır; hattâ kişiyi intihara kadar sürükleyebilir. Samimi ve dostane münasebetler, insanın huzuru ve sağlığı için son derece önemli iken, insan aile, akraba, dost ve toplum içinde neden yalnız kalır? İnsan, neden çevresindeki kişileri tehdit olarak algılar ve neden onlardan endişe duyar ve uzaklaşır? 

Yalnızlık, genellikle ferdin diğer insanlarla münasebeti esnasında yaşanan problemlerden kaynaklanır. Kişinin psikolojik durumu, karakteri, ekonomik şartları, arkadaşları, cinsiyeti, aile yapısı, yetişme tarzı, öğrenim durumu gibi çeşitli faktörler münasebetlerin sağlığına tesir eder. Eğer münasebetler sağlıksız olursa, yalnızlık hissi oluşabilir.

Bazı yalnız insanlar vardır ki, onların bu hâli, hayatlarının gayesi ve hayattan beklentileriyle alâka­lıdır. Bu kişiler ya bencildir, kendinden başka kimseyi sevmez, başkalarını düşünmez ve menfaat düşkünüdür veya tek otorite olmayı, herkes tarafından beğenilme ve saygı görmeyi isterler. Aynı zamanda bunlar, değer görmek istediği ve ilgi beklediği kişi, grup ve topluluğa karşı bir üstünlük, büyüklük ve farklılık tavrı sergiler. İnsanlara tepeden bakar ve sadece kendini beğenirler. Bu tavır ve beklentiler, kişinin ileride maruz kalacağı yalnızlığın başlıca sebebidir. Çünkü insanlar kendilerinden farklı olana, uzak olana, üstün görünene değil; kendine benzeyene, aynı seviyede, aynı kültürde olana değer verirler. Yine insanlar mütevazı olanı, sıradan insanların sevinç ve kederlerini paylaşanı, onların gönlünü alanı, yüzlerine tebessüm edeni, dara düşenin yanında olanı sever ve sayarlar. Bu tür insanlar toplumun her kesiminden daima sevgi ve hürmet görür. Buna karşılık, insanları aşağı, küçük ve değersiz gören, onlara yardım elini uzatmayan kişiler, hiçbir zaman sevilmez ve kimse onlara yaklaşmak istemez. Dolayısıyla bu tip kişiler, asla gerçek bir dost edinemez, iç âlemini dökebileceği ve dertlerini paylaşabileceği samimi bir arkadaş bulamaz. Malı, mülkü, parası ve yüksek bir makamı varken, ona gösterilen yakınlık ve sevgi gösterileri sadece bir dalkavukluk ve yağcılıktır. Böyle bir kişi statüsünü, makamından kaynaklanan gücü, zenginliğini veya sağlığını kaybettiğinde, etrafında kimse kalmaz. İşte o zaman yaptığı hatayı, kendisini yalnızlığa nasıl mahkûm ettiğini anlar. Fakat "insanlardan bir insan" olarak çevresindekilerle kardeşane münasebetler kurmanın zamanı çoktan geçmiş olur. Toplumda bu tür menfi duyguların esiri olan insanlar bulunduğu gibi, sadece kendisini değil başkalarını düşünen diğerkâm insanlar da vardır. Hattâ bu diğerkâmlık bazı insanlarda o derece ileridir ki, menfaat karşısında fedakârca davranır, başkasını kendisine tercih eder, sevap konusunda bile kendisini değil arkadaşının, kardeşinin kazanmasını ister. İşte böyle faziletli insanlar, hâdiselere kendisi açısından değil, başkası açısından bakar. Âdeta yaşamak için değil yaşatmak için gayret gösterirler. Bu insanlar hiçbir zaman yalnız kalmaz, sevenleri onların etrafından asla ayrılmaz. İşte bencil, menfaatçi insan tipi ile diğerkâm, fedakâr insan tipi arasında yalızlık durumuna düşme açısından böyle büyük bir fark vardır. 

İnsanı diğer insanlardan koparan ve yalnızlığa iten diğer bir sebep ise, "Kişinin maddî kazancı arttıkça toplumdaki statüsü de artar." şeklindeki yanlış bir kabul ve anlayıştır. Bu anlayışa göre kişinin itibarının temel kaynağı kazançları, malı ve mülküdür. Maalesef bu anlayış bugün bütün toplumu sarmış; ekonomi, mal-mülk sahibi olma, alış-veriş ve tüketme neredeyse hayatın tek gayesi hâline gelmiştir. Bilhassa büyük şehirlerde ekonomik durumu iyi modern aileler içinde hayata böyle bakanların sayısı hiç de az değildir. Bu ailelerde komşuluk ve akrabalık münasebetleri samimiyetten uzak ve oldukça resmîdir. Görüşmeler zorunlu olarak yapılır ve sık değildir. Bunun neticesi olarak, yaş ilerledikçe hem kadınlarda hem de erkeklerde yalnızlık hissi artar. Bu durum genelde kadınlarda daha erken yaşta başlar. Böyle bir toplumda münasebetler sevgi, saygı, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık gibi değerlere dayalı değil, menfaat üzerine kurulur. Münasebetlerin menfaate dayalı olduğu bir toplumda, size ne kadar alâka gösterileceği, sizin de kime ne kadar alâka göstereceğiniz menfaate bağlıdır. Menfaat yoksa, münasebetler yapmacık olur ve insan, toplum içinde bulunmasına rağmen kendini yalnız hisseder. Buna karşılık, hayat tarzları ve değer hükümleri İslâmî kültüre daha yakın olan ailelerin, düşük gelirli olmalarına rağmen, sosyal münasebetleri daha sıcak, teklifsiz ve sıktır. Bu da açıkça göstermektedir ki, İslâm'ın güzel âdap ve düsturlarını hayatına tatbik edenler, yoksul da olsa yalnızlığa kolayca düşmez. Buna karşılık yaşantısında bu düsturlara uymayanlar, zengin de olsalar yalnızlığa düşebilmekte, huzur ve saadeti bir türlü bulamamaktadır.

Hürriyet ve bağımsızlıkla alâkalı yanlış anlayış ve uygulamalar da yalnızlığa yol açmaktadır. Batı medeniyeti, insana sınırsız bir hürriyet ve bağımsızlık tanımıştır. Güya başkasına boyun eğmemek için hürriyet ve bağımsızlık mücadelesi veren bu insanlar, neticede kendini başıboş, sahipsiz, emniyetsiz ve gayesiz görmeye başlar, daha ileride ise yapayalnız kalır. Nitekim Batı'da çocuklar, genç yaşta aileden kopmakta, hürriyet ve bağımsızlık adı altında yalnızlığa düşmektedir. Bundan dolayı aileler artık on sekiz yaşından sonra çocuklarını bırakmak istememektedir. Hâlbuki eski toplumlarda sosyal düzen, tabiî akışı içerisinde "ben" değil, "biz" merkezli akıp gidiyordu. Aile genişti. Evlenen insan, anne babasından kopmuyordu. Anne, baba, oğul ve torunlar geniş bir çatı altında bir arada yaşıyordu. Bu beraberlik, ait olma duygusu verdiğinden, insana bir güven ve iç huzuru sağlıyordu. Modernleşmenin yol açtığı yeni hürriyet anlayışı ve dünyevîleşme, ferdi ön plâna çıkarırken, tecrit edilme, güvensizlik ve endişe duygularını artırarak yalnızlık duygusunu yoğunlaştırmıştır. Diğer yandan modernizmin hürriyet ve ferdiyetçilik vurgusu, ailevî değerleri çözerek küçük çekirdek aileler oluşturmuştur. Modern ailenin küçüle küçüle çocuğu bile dışlayacak duruma gelmesi de, aslında yalnızlığı üreten önemli bir sebep olmuştur. Bu mânâda, sosyalleşme ve sevgiyi tam mânâsıyla öğretemeyen parçalanmış ailelerden gelen fertlerin daha fazla yalnızlık problemi yaşamaları tesadüf değildir. Çünkü ciddi psikolojik problemler meydana getiren aile parçalanmalarına maruz kalmış fertler, daha sonraki sosyal münasebetlerinde ciddi problemler yaşarlar. Maalesef günümüzde hızla artan boşanmalar ve aile parçalanmaları, yalnızlıkla ilgili pek çok problemi de beraberinde getirmiştir. Boşanmasalar bile eşlerin arasında sevgi yoksa, yalnızlık duygusu kaçınılmaz olabilir. 

Yalnızlığı başlatan en önemli faktörlerden biri de, sosyal çevrenin özelliğidir. İyi arkadaşlık münasebetleri, cemaat veya grup içinde ortak değer ve hedefleri paylaşma hemen her yaş dönemi için oldukça önemlidir. Böyle bir ortamda fert, menfi hislere maruz kalmış olsa bile, iç dünyasını arkadaşına, dostuna rahatça açabilir; kendini yiyip bitirecek olan sıkıntıyı kolayca bertaraf edebilir. İç dünyasını açabileceği dostları olmayanlar ise, içinde bulunduğu hâli sürekli büyütür ve yalnızlığını derinleştirir. Bilhassa yaşlılıkta, fizyolojik olarak güçsüz olduklarından, insanların başkalarına olan ihtiyaç ve bağımlılığı artar. Ayrıca, emeklilikle beraber, iş yapamamanın getireceği işe yaramazlık duygusu, statü kaybı ve aile fertlerinin ayrılmaları ile insan, yalnızlığı daha derinden hisseder. Kişi, ahiret inancının eksikliği nispetinde artan bir şiddette "öleceğim" korkusuna kapılır. Yaşlılar, yakınları ile birlikte yaşadıkları zaman daha mutludurlar; küçükler kendisine hürmet ve saygı gösteriyorlarsa, hayatla olan bağları daha da sağlamlaşarak ruh ve his dünyalarında mutluluğu tadarlar. Sosyal ve psikolojik tatmine eriştiklerinden yalnızlığı hissetmezler.

Yalnızlıkların temelinde, diğer insanlarla münasebetlerde yaşanan hayal kırıklıklarının da büyük bir payı vardır. Dürüst davranmama, kandırma, aldatma, suiistimal, hor görme, aşağılama gibi davranışlar, fertte hayal kırıklığı oluşturur. Maalesef bugün toplum, en yakın arkadaşına, hattâ kardeşine borcunu ödemeyen, verdiği sözü tutmayan ve hiçbir şekilde güven telkin etmeyen insanlarla doludur. Bunlar, darda kalana yardım etmeyi değil, onun elinde kalanı da nasıl alacağını düşünür. Fırsat yakalayınca da kardeşini, dostunu, arkadaşını acımasızca alaşağı eder, hak hukuk tanımadan onun varlığının üzerine konar. İşte bu tür davranışlar, insanlarda ciddi hayal kırıklıklarına yol açmaktadır. Böyle hayal kırıklıkları yaşayan kişiler, benzeri bir duruma düşmemek için yakın sosyal münasebetlerden uzak durup, yalnız kalmayı tercih eder veya münasebetleri sürdürme yönünde yeterli gayret göstermez. Çünkü insanlar genelde, münasebetlerin çoraklaştığı bir ortamda, endişe ve güvensizlikle başa çıkabilmek için, içlerine kapanır. Onlar yalnızlığı, muhtemel zararlardan korunma yolu olarak görürler ve kendilerini, zayıf, sahipsiz ve arkadaşsız hissettiklerinden çevrelerinden iyice uzaklaşırlar. Hâlbuki rehberimiz, efendimiz Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Müslüman'ı ne yüce vasıflarla tarif etmiştir. O'na göre, "Müslüman, elinden ve dilinden başka insanların zarar görmediği kimsedir." "Müslüman Müslüman'ın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz." Kardeşine, dostuna, arkadaşına ve yakınlarına bu ölçüler içinde davranan bir insan, hiçbir kimseye hayal kırıklığı yaşatıp onu yalnızlığa itmez. Çünkü Müslüman kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmaz.

Bu sayılan sebepler dışında insanı yalnızlığa iten başka faktörler de vardır. Yakınını kaybedenler bir ânda kendilerini büyük bir yalnızlık içinde hissedebilir. Yine başka bir şehir veya ülkeye göç edenler, kendi kültür ve anlayışında insan bulamazsa yalnızlığa maruz kalır. Ancak yüksek bir ideal ve gaye için yer değiştirenler yalnız kalsalar bile, ümitsizliğe düşmez. Onlar bilirler ve inanırlar ki, Allah (celle celâlühü) onların yardımcısıdır.

Netice olarak yalnızlık, insan yaratılışına aykırı bir durumdur. İnsanlar topluluk hâlinde yaşamak üzere yaratılmış ve genellikle hep toplum içinde yaşamıştır. İradî veya mecbur kalınarak yaşanan yalnızlıklar istisnaidir. Allah katında makbul olan ve insanların da hemcinsinden beklediği şey, yalnızlık değil, insanlarla iç içe olmak, sevmek, sevilmek ve yardımlaşmaktır. Bir insan, başkalarına ne kadar alâka gösterir, onları anlamaya çalışır ve ihtiyaç ânında onlara yardım ederse, o derece mutlu ve huzurlu olur. Aynı zamanda karşısındakini de mutlu eder. İnsanın alâka göstereceği daire, bütün insanlık âlemi kadar geniş olmakla birlikte, ferdin çok daha yakın olması gereken kişiler; anne-babası, eşi, çocukları, akrabaları, yetimler, yoksullar, komşuları ve dostlarıdır (Nisa Sûresi, 36). Ne kadar alâka gösterirsek, onları yalnızlık hissine kapılmaktan o ölçüde korumuş oluruz. Meselâ Yüce Beyan'da, anne-babaya iyi davranmamız, ihtiyarlıklarında onlara "öf" bile demememiz, tatlı ve güzel söz söylememiz, tevazu kanadını indirmemiz kesin olarak emredilmiştir (İsra Sûresi, 23–24). Bu emri yerine getiren hangi evlâdın anne veya babası yalnızlık hisseder? Yine Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) komşularla münasebetler hususundaki tavsiyeleri, hiçbir kimsenin kendini yalnız hissetmeyeceği kadar geniş kapsamlı ve uygulanabilir niteliktedir. O (sallallahü aleyhi ve sellem), komşumuz hastalandığında ziyaretine gitmeyi, öldüğünde cenazesinin kaldırılmasında bulunmayı, borç istediğinde vermeyi, darda kaldığında yardımına koşmayı, bir nimete kavuştuğunda tebrik etmeyi, onun başına bir musibet geldiğinde teselli etmeyi, evimizi onun rüzgârını (güneşini, manzarasını) engelleyecek şekilde yüksek yapmamayı, pişirdiği yemekten ona vermeyi bizlere tavsiye etmiştir. O'nun (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuklar, yetimler, fakirler ve dullar hakkındaki tavsiyeleri de, onları gözetip kollama bakımından komşulara ait tavsiyelerinden geri değildir. Bunlara uyduğumuz takdirde toplumda yalnız, hele yapayalnız hiçbir kimse kalmayacaktır. O zaman mal da, mülk de, kazanç da, makam da insanları birbirleriyle kaynaştırmaya, yakınlaştırmaya, dostluk ve kardeşliği pekiştirmeye hizmet edecektir.

Prof.Dr. Harun AVCI