İnsan sosyal bir varlıktır derler. Bu söz aslında insanın yalnızlığının ve garibliğinin bir başka ifadesidir. Yaşayabilmesi, kendini geliştirebilmesi için başkalarına ihtiyaç duyar. Cennet bile onun bu ihtiyacını karşılamaz Zira insanın sadık bir arkadaşa, vefalı bir dosta ihtiyacı yeme-içme ihtiyacından daha az değildir. Bütün bir ömür boyunca bu vefalı dostu arar.
Böyle bir arayış insanın zayıflığının ve yetersizliğinin delilidir. Yaratılış itibariyle kalben herşeyle irtibatlı olan insan ruhu, güç yetiremeyeceği sonsuz arzu ve isteklerini gerçekleştirmek, korkularından emin olmak için mutlaka bir başkasına dayanmak, ondan güç ve teselli almak zorundadır. Esasen mayası sonsuzlukla yoğrulmuş, ebediyete aşık insan ruhunu gelip geçici hazların, fani dostların tatmin etmesi mümkün değildir. Onu ancak herşeye malik, ezel ve ebede hakim, herşeye gücü yeten Allah itmi’nana erdirebilir. Ama ne yazık ki insanların çoğu bundan habersizdir. Adeta kalabalıklar içinde yalnız, kimsesiz ve çaresizdir. Sesler içinde sağır, renkler içinde de kördürler. Dost diye nicelerine gönül bağladıkları halde bir türlü vefa görmemişlerdir. Fuzuli
Dost bî-pervâ, felek bi-rahm, devran bi-sükûn
Derd çok, hemderd yok, düşman kavî, talih zebûn
Derd çok, hemderd yok, düşman kavî, talih zebûn
diyerek fani dostlardan şikayetini dile getirir.
Evet, dost diye derdlerimizi açtığımız nice kimseler, makamlar vardır ki, vefa bir yana bazen ihanet bile edebilirler. Buradaki hata bize aittir, gerçek dostu çağırmama hatası.. içimizi O’nun kapısında dökmeme, başka mercilere müracaatta bulunma hatası. Halbuki (haşa ve kella) O Vefiyy bize ne vefasızlık etmiş ne de bizi terketmiştir. İnsanın garipliğine, cahilliğine bakın ki, böyle bir dostun dostluğunu bırakıp başka seraplar peşinde koşturur. Bu serapların hiç olduğunu anlayana kadar da iş işten geçmiş olur. Öyle ise vakit fevt etmeden Niyazi-i Mısrî gibi onu aramak herhalde en makul ve en faydalı bir iş olacaktır.
Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp
Şevk ile hemdem uçup, çağırayım Dost, Dost
Şevk ile hemdem uçup, çağırayım Dost, Dost
Böyle bir talebin O’nun tarafından reddedilmeyeceği apaçıktır. Reddedilmek şöyle dursun bu sihirli bir düğmeye dokunma gibi tesir eder. Talebin samimi olduğunu gösteren ameller icra edildikçe, O’da kulunu kendine yaklaştırır. Öyle ki O, kulun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olur. Yani kul, oturur kalkar, O’nu görür, O’nu duyar, yaptığı işleri de O’nun için yapar. Böyle bir istekten uzak olanlar ise Mevlana Hazretlerinin dediği gibi dertlerden bir türlü kurtulamaz. “Bir gönül ki, Dost’tan, Dost talebinden hâlîdir, o ızdırap ve sıkıntılardan kurtulamaz. Bir baş ki, O’nda dost sevgisi yoktur, o başta öz ve manâ arama! Zira o baş bir post ve deriden ibarettir.”
Yeri gelmişken dost taleb eden muzdarip bir ruhun soluklarına bakalım:
Yeri gelmişken dost taleb eden muzdarip bir ruhun soluklarına bakalım:
Dost ile dost olmak gayem
Başka şey istemez gönlüm
Aşk u şevk olsun sermayem
Tambur ney istemez gönlüm
Tek O’nunla dost olayım
Kadehler gibi dolayım
Gül bahçesinde kalayım
Nam almak istemez gönlüm
Kadehler gibi dolayım
Gül bahçesinde kalayım
Nam almak istemez gönlüm
Evet kul Allah’a dost oldukça, Dost’un dostluğuna vefa gösterince hep O’nu arar, O’nu düşünür, başka şeylere karşı da kapalı kalır. Devamlı duygularında O’nunla dolar, boşalır. O’nu sinesinde pekçe tutar. Böyle bir ruhun ise dünyevi tasa ve endişelere takılması imkansızdır. Dipdiridir ve hep canlı kalır.
Baş koyup Hak eşiğinde bekleyen
Dost düşünüp, dost deyip, dost söyleyen
Şevklerle şahlanıp, aşkla inleyen
Yüz hazan görse de sararıp solmaz.
Dost düşünüp, dost deyip, dost söyleyen
Şevklerle şahlanıp, aşkla inleyen
Yüz hazan görse de sararıp solmaz.
Bu Allah dostları, kainatın yaratılması için yeter bir sebeptirler. Marifetullah, muhabbetullah, zevk-i ruhani, şevk-i kudsi, cezbe-i nurani içinde kendilerinden geçerler. Gözleri öyle kamaşır, kulakları öyle dolar, hisleri öyle çağlar ki, kendilerini adeta sihirli bir alemde hissederler.
Ömrünü bitevî Dost yolunda yaşayanlar,
Ruhlarında her lâhza bir başka zevk duyarlar.
Hülyâlarına akan binbir ma’nâyla tutkun,
Bilmezler geceyi-gündüzü sanki hep meftûn.
Ruhlarında her lâhza bir başka zevk duyarlar.
Hülyâlarına akan binbir ma’nâyla tutkun,
Bilmezler geceyi-gündüzü sanki hep meftûn.
Allah da onlara öyle mumalede bulunur ki, bir an-ı seyyale ondan gafil olsalar yok olup gideceklerine inanırlar:
Pırıl pırıl şimşekler ve damla damla semâ,
Çiçeklerin gözlerinde sihirli jâleler.
Bir hülyâ maviliğinde dağ-taş, ova-oba,
Renk, ışık arası gelip giden pervâneler.
Birden her yanı sardı altın kanatlı kuşlar,
Gözlerim kamaştı, kendimi Cennet’te sandım.
Gökkuşağından tâk altında sevdâlı başlar,
Coştum bu esrarlı melodiyle O’nu andım.
Bir şevk u târâb içindeydi baktım hilkate,
Yâ Rab çoklar hâlâ bu muammâdan habersiz.!
Dost’la başbaşayken salmış kendini firkate,
Tut beni sımsıkı Dost; Tut ki, edemem Sen’siz..!
Çiçeklerin gözlerinde sihirli jâleler.
Bir hülyâ maviliğinde dağ-taş, ova-oba,
Renk, ışık arası gelip giden pervâneler.
Birden her yanı sardı altın kanatlı kuşlar,
Gözlerim kamaştı, kendimi Cennet’te sandım.
Gökkuşağından tâk altında sevdâlı başlar,
Coştum bu esrarlı melodiyle O’nu andım.
Bir şevk u târâb içindeydi baktım hilkate,
Yâ Rab çoklar hâlâ bu muammâdan habersiz.!
Dost’la başbaşayken salmış kendini firkate,
Tut beni sımsıkı Dost; Tut ki, edemem Sen’siz..!
Cenab-ı Mevlâ bizi kendine dost kabul etsin, dostlarıyla birlikte etsin.
Gültekin Bibar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder