Medya
ve yayın dünyası gün geçmiyor ki, kötü bir huyu veya gayriahlâkî bir davranışı
genlerimizle ilişkilendirmesin, bu kötülüklere mazeret olarak da tabiatı ve
fıtratı suçlamasın. Son ilmî araştırmalar ise, medyanın bu slogan haberlerinin
doğru olmadığını göstermektedir. Söylenenin aksine genlerin kendini ifade
etmesinin fizikî çevre ile birlikte sosyokültürel faktörlerle de düzenlendiği
anlaşılmıştır. İnsanın fıtratının şekillenmesinde hem genlere ve buna bağlı
sentezlenen hormonlara, hem de kültüre kaderî programda birlikte rol
verilmiştir. Her insanın tutum ve davranışları, genetiğe ve kültüre ait
faktörlerin birlikte ortaya çıkardığı motifler (nakışlar) içerisinde kendisini
gösterir.
İnsan tabiatı bir kitap olarak
düşünülürse, bunun içinde şifrelenmiş genetik enformasyon, iç ve dış çevrenin
bütün unsurlarıyla (biyopsikososyokültürel) mânâlı ve fonksiyonel hâle gelir.
Çünkü her kitabın harflerden teşkil edilmiş görünen bir yapısı (semiotik DNA
dizisi), bir de bunun belli bir çevrede açığa çıkan mânâsı (semantik örgüsü)
vardır. Bu açıdan genler cebrî kodlar olarak değil, çeşitli dinamik kuvvetlerin
birlikte tesir göstermesinden doğan âdeta bir ebru sanatı olarak görülmeli
(suyun üzerindeki aynı boyaların küçük bir titreme ile çok farklı desenler
çıkarması gibi) ve o şekilde okunmalıdır. İnsanın iradesi ve sorumluluğu da,
genlerin ve kültürel faktörlerin karşılıklı tesirleriyle şekillenen fıtrat
motiflerinin sunduğu reaksiyon aralığı içinde mânâ ve değer kazanır. Bu açıdan
fıtrat (insan tabiatı) ve kültür birlikte değerlendirilmelidir. İnsanın tutum
ve davranışlarını belirleyen faktörleri; genetik, fizikokimyevî çevre ve
psikososyokültürel faktörler olarak üç ana başlık altında toplayabiliriz.
Yukarıdaki her bir faktörün belirleyiciliği kısmî ve istatistikîdir. Suça
eğilimli olma seviyesi, aynı cinsten kişilere cinsî yakınlık duyma temayülü,
algı ve idrak keskinliği kabiliyeti, yenilik ve heyecan arama arzusu,
bağımlılık meyelânı gibi özellikler sadece bir veya iki genle tanımlanamaz.
Saldırganlığın ortaya çıkışına tesir eden birçok faktör (çevre, genler) vardır.
Fakat bunlardan sadece birisinin yokluğu veya yeterli dozda olmayışı
saldırganlığı tetikleyebilir. Meselâ monoamin oksidaz A enzimi, MAO-A geni
tarafından kodlanır. Bu enzim dopamin, serotonin ve nörepinefrin gibi
nörotransmitter moleküllerin (sinir hücreleri arasındaki haberleşme molekülü)
yıkımını gerçekleştirir. Bu gendeki mutasyonlar veya polimorfizmlere bağlı
olarak enzim yeterli fonksiyon göremez ise, bu kişilerde şiddet ve saldırgan
davranışlara yatkınlık artar. Fakat kişi bu temayülü bilirse veya çevresi onu
bu konuda eğitirse, bu huy kontrol edilebilir. Benzer şekilde, herkeste değişen
derecelerde kansere yatkınlık genleri bulunur. Bu yatkınlık genleri, çevre
faktörleriyle (sigara, beslenme, mutajenler ve karsinojenler gibi)
aktifleştirilirse, kişide kanser gelişebilir. Ancak sigarayla tetiklenen kanser
tipinde, kişide kansere yatkınlık genleri yoksa veya yatkınlık düşük ise, bu
kişi sigara içse de kansere yakalanmayabilir. Benzer şey bağımlılık, cinsî
sapıklık, şiddete ve suça eğilim genleri için de söylenebilir. Daha da önemlisi
davranışla bağlantılı genler, diğer genlerle münasebeti yanında, muhteva,
pozisyon ve diğer birçok şarta bağlı olarak yorumlandığında mânâ ve değer
kazanır. Çünkü tutum ve davranışların ortaya çıkışında karmaşık bir sebepler
ağı var. Bu yüzden davranış genetiğinin sebebi olarak gösterilen DNA dizisi,
tek başına, kişinin duygu ve davranışlarını, maharetinin ve şahsiyetinin nasıl
gelişeceğini kesin olarak belirleyemez. Bir başka ifadeyle fenotip, sadece
genetik enformasyondan yola çıkılarak yüzde yüz kesinlikte tahmin edilemez.
Beyin
ve kişilik gelişmesi çok faktörlü bir ekspozom hâdisesidir. Bu tabiri açarsak,
hamileliğin başlangıcından itibaren, bilhassa okul öncesi eğitim dönemi boyunca
maruz kalınan her şeyin, insanın özelliklerinin ortaya çıkmasındaki tesirine
ekspozom diyoruz. Şuuraltı müktesebatı dâhil, kişinin geçmiş yaşantısına ait
bütün mâzisinin bu gelişmede rolü vardır. Ortalama bir insan beyninde bulunan
1011 sinir hücresinin bağlantıları sadece genlerle belirlenmemektedir. İnsan
DNA'sında 6,2 x 109 nükleotid (harf) veya enformasyon vardır. Bu ham bilginin
okunması ve kullanılması, onlarca faktörün toplu hâlde kendini göstermesine
bağlıdır. İç ve dış çevreden gelen uyaranlarla, nöronlar yeni bağlantılar
kurabilir ve sentezledikleri nörokimyevî maddeler ve hormonlarla, sinir
hücrelerinin sayısı, bağlantı ağı belirli ölçülerde değiştirilebilir. Beyindeki
hücrelerin bağlantı detaylarını ve motiflerindeki ince ayarları tanımlayacak
seviyedeki bilgilerin hepsi genomda yoktur. Sadece çevre faktörleri de bu eksik
bilgiyi tek başına tamamlamak için yeterli değildir. Bunların dışında da pek
çok faktöre beynin gelişmesinde ve işleyişinde rol verilmiştir. Beyindeki akson
ve dendritlerin uçları uzarken, yol boyunca gideceği organa veya bölgeye kadar
rehberlik eden nanomolekülleri tanıyarak ilerler. Bu ilerleme esnasında
küçük değişiklikler, sapmalar yaparlar. Adeta belli ölçüde determinizm belli
ölçüde deneme yanılmayla gelişirler. Doğru hedefe yüzde yüz kesin olmayan,
fakat istatistikî bir düzen algoritmasıyla ulaşırlar. Gözden beyine doğru
büyütülen aksonlar, % 1 ihtimalle optik kiazmada yanlış yola dönebilir.
Dolayısıyla beyne ulaşamaz veya beynin yanlış kısmına gider. Fakat aynı zamanda
beynimize bu hataları tanıyan ve düzelten sinyalizasyon sistemleri de
yerleştirilmiştir. Eğer aksonlar uygun hedef nöronlardan doğru sinyali
alamazlar ise, yıkıma uğrarlar. Bazen de aksona ait nöron, ölümü tercih eder.
Bu gözlemler açıkça ortaya koyar ki, beyin gelişmesi önceden harfi harfine
tanımlanmış bir programla değil, değişmeye ve hataya açık, esnek bir programla
gerçekleştirilir.
Bu esnek program materyalist
bir bakışla doğru yerde, doğru zamanda, doğru faktörlerle birlikte olmak olarak
ifade edilen şansla açıklanır. Aynı program dinî literatürde nasip, kısmet ve
kader, İlâhî ikram, lütuf olarak bilinen faktörlerle açıklanır. Ayrıca irade ve
şuurlu davranış öncesi, beyinde irade dışı belirli aktivasyonlar ve genetik bir
alt yapı da vardır. Bu açıdan biyolojik ve genetik eğilimlerin oluşturduğu
nakışlar; seçme ve tercih etme hürriyeti için, sadece bir alt yapıdır. Düşünce,
his ve davranışlarımız beynin nörogenetik ve nörokimyevî yapısı içinde ortaya
çıktığından, buradaki zeminin oluşturduğu motif, belli tutum ve davranışlar ve
hisler için bir temayül oluşturur. Bir başka ifadeyle, beyin kimyası ile fetal
dönem (anne karnında) ve erken çocukluk yıllarında yaşanan hâdiseler, insanın
gelişmesinde önemli belirleyicilerdir. İnsan beyni hem iradî ve şuurlu, hem de
otomatik ve şuursuz (mekanik) bir konumda çalışabilir. Kısacası genler, neyi ve
neleri başarabileceğimizin alt zeminini, reaksiyon aralığını ve eşik
değerlerini teşkil eder; davranışın ortaya çıkma ihtimalini belirler; ancak son
noktaya ait kararların sınırı genlerle çevrenin etkileşimi neticesinde
istatistikî ihtimallerle belirlenir. Dolayısıyla cebrî bir durum olmayıp,
çevrenin (terbiye, inanç, ahlâkî beslenme) dinamik belirleyiciliği sınıra tesir
eder.
İnsanın
cüz'î iradesi; hem ruhî, hem genetik, hem de çevre alt yapısının (endofenotip)
tesiri altında işletilen, serbest seçimler ve tercihler yapabilme gücü ve
kapasitesidir. İnsanın seçim ve tercihleri, metafizik dünyasına ait beslenme
kaynaklarından, beyin ve sinir sistemine ait nörokimyevî ve hormonların
tesirinden ve kültür çevresinden bağımsız olarak gerçekleşemez. Âyette
belirtildiği gibi "Kimseye kaldıramayacağı yük yüklenmez." hususu bu
açıdan değerlendirildiğinde çok mânâlıdır. Bir rahmeti ve şefkati gösteren bu
düsturla bakıldığında, cüz'î iradenin faaliyet alanı ve sınırları, çok faktörlü
ve hikmetli sebeplerle belirlenir. Kişinin fıtratında inşa edilen güçlü ve
zayıf yanlara bakılarak fetvaların hususi şekilde verilmesi de çok hikmetlidir.
Bundan dolayı da herkesin imtihanı ve tecrübesi farklı farklı olur.
Bu
yüzden insan, tanımlanmış, sınırlandırılmış şartlar altında sorumluluk
sahibidir ve o şartların ve fıtratının izin verdiği aralıklar içerisinde tercihler
yapabilir. Bu açıdan insanların normal ve anormal davranışları; ruhî, vicdanî
ve ahlâkî beslenmesine dayalı genetik yatkınlık temelli fıtrat-kültür modeli
içinde analiz edilir ve yorumlanırsa, insanın eğitim ve terbiyesinde sağlıklı
neticelere varılabilir...